🦖 Peygamber Efendimiz Annesinin Vefatından Sonra Kimin Yanında Kaldı
Peygamberin cenâze namazını kıldılar. Namaz, cemaat halinde değil, münferid kılındı. Önce Hâşim oğullarının erkekleri, sonra kadınları, sonra da çocukları kıldı. Grup grup bir kapıdan giriyor, imamsız olarak kendi başlarına peygamberimizin üzerine namaz kıldıktan sonra diğer kapıdan çıkıyorlardı. Sonra Hz.
PeygamberEfendimiz kaç yaşına kadar dedesinin yanında kaldı? misafir – 6 yıl önce Peygamber Efendimiz 6 yaşındayken annesi vefat edince 8 yaşına kadar dedesi Abdulmuttalib'in yanında, dedesinin vefatından sonra amcası EbuTalib'in himayesinde büyümüştür. Yani peygamberimiz 6 ile 8 yaşları arasında dedesinin yanında
Kimyayı Saadet kitabının "Evlilikte Erkeğin Dikkat Edeceği Hususlar" başlığının 8. maddesinde "Hanımına doymuş, yanında kalmak istemeyen erkek onu boşamalıdır. Peygamber Efendimiz
NasîruddînMahmûd, bir süre hocasının yanında kaldıktan sonra, izin alarak annesinin yanına gitti. Fakat orada, hayranlarının çokluğundan vazîfelerini yapamaz hâle geldi. Bu durumu, Emîr Hüsrev vasıtasıyla hocasına arz etti. İnsanlardan uzaklaşmak ve ormana gitmek için müsâade istedi.
TdUvUB. 1 Peygamberimizin gençliğinde bir düğüne gitmesi sırasında orada uyuyakalması, eğlenceye ve kötü alışkanlığa yönelmemesi onun hangi özelliğini vurgular? a İsmet sıfatını b Fetanet sıfatını c Tebliğ sıfatını d Emin sıfatını 2 Hz Muhammed, ”Sizler sağır ve uzaktaki birine değil, her şeyi duyan ve gören Allah’a dua ediyorsunuz.” demiştir. Buna göre aşağıdakilerden hangisi yanlıştır? a Allah bize çok yakındır; dua ettiğimizde ona karşılık verir b Allah’ın bizi duyması için feryatlar etmeliyiz. c Sessizce dua ettiğimizde de Allah bizi duyar. d Gösteriş için yüksek sesle dua etmemek gerekir. 3 Peygamberimizin mescidinin yanındaki odalarda kalırlardı Peygamberimizin özel talebesiydiler İhtiyaçlarının karşılanmasıyla, eğitim ve öğretimleriyle peygamberimiz ilgilenirdi. Yukarıda özellikleri verilen kişilere ne ad verilir? a Ensar b Muhacir c Ashabı Kehf d Ashabı Suffe 4 Hz. Muhammed Medine’ye misafir olarak gelen Hıristiyan bir gruba Mescid-i Nebevi’nin bir köşesinde kendi dinlerine göre ibadet etmelerine müsaade etmiştir. Hz. Muhammed’in bu davranışı O’nun aşağıda sahip olduğu özelliklerinden daha çok hangisinin içerisinde değerlendirilir? a Hoşgörü b Sabır c İsmet d Tebliğ 5 Kendisinden bir giysi daha isteyen kızına bir tane dahi elbise bulunmayan insanların olduğunu hatırlatarak, onun bu isteğini nazik bir şekilde geri çeviren Peygamberimiz bizlere nasıl örnek olmak istemiştir? a Cömert Olmak b Lüks Yaşamak c İsraftan Kaçınma d Çocukların Dediğini Yapmak 6 Hz. Muhammed eşi, çocukları ve torunlarıyla zaman geçirmeyi sever, gerektiğinde çocuk ve torunları ile oynar, onlarla yakından ilgilenirdi. Buna göre aşağıdakilerden hangisi Hz. Muhammed’in bu özelliğini ifade eder? a Hz. Muhammed’in zamanı çoktu b Hz. Muhammed aile bireylerini çok severdi. c Hz. Muhammed oyun oynamayı severdi. d Hz. Muhammed’in ailesi genişti 7 Peygamberimize İslâm’dan önce güvenilirliğinden dolayı Mekkelilerin verdikleri lakap aşağıdakilerden hangisidir? a Muhammed Mustafa b Muhammedü’l-Emin c Muhammed’ünResûlullah d Ebu Kasım 8 Hz. Muhammed SAV bir sözünde “iman ettim de ve sonra dosdoğru ol” diyerek aşağıdakilerden hangisini vurgulamıştır? a Salih amelin önemini b Allah’a iman etmeyi c İnanç davranış ilişkisini d Yalancılığın kötü olduğunu 9 Hz. Muhammed SAV e “Ey bürünüp sarınan kalk ve uyar…” ayeti geldikten sonra Mekkelilere putlara tapmanın yanlış olduğunu çekinmeden açık yüreklilikle ilan etmesi onun aşağıdaki özelliklerinden hangisini yansıtır? a Cesaretini b Güvenilirliğini c Cömertliğini d Adaletin 10 Hz. Muhammed’in , sofraya oturduğu zaman eşine, “Bu yemekten komşuya da verdin mi?” diye sorması, O’ nun aşağıda verilen tutumlardan hangisiyle ilgili değildir? a Komşularını sevdiği b Yardımsever ve cömert olduğu c Komşuluk haklarına uymaya önem verdiğ d Ailesini gözetip kolladığı 11 Hz. Muhammed’in “Hiçbiriniz, kendisi için arzu ettiğini, kardeşi için de arzu etmedikçe, gerçekten iman etmiş sayılmaz.” sözü öncelikle aşağıda verilen güzel huylardan hangisini ifade etmektedir? a Edep ve Haya utanmak b Vefa ve Doğruluk c Dostluk ve Arkadaşlık d Şefkat ve Merhamet 12 İlim, müminin yitik malıdır. Onu nerede bulursa alır.”“İlim Çin’de de olsa alınız.” Yukarıda verilen hadisler peygamberimizin hangi özelliğini gösterir? a Allah’a ibadet ettiğini b Güvenilir oluşunu c Hakkı gözetmesini d Bilime önem verdiğini 13 ”Ey Müslümanlar, şayet birinize haksız muamelede bulunmuşsam onu ödemeye hazırım. Kimin hakkı varsa işte şahsım işte malım gelsin alsın. Hadisinden aşağıdaki sonuçlardan hangisi çıkarılamaz? a Müslümanları cesaretlendirmek istemesi b Müslümanlara örnek olması c Kul hakkına verdiği önem d Söylediğini kendi hayatında uygulaması 14 Bir gün peygamberimiz ashabıyla birlikte otururlarken bir cenaze geçer. Peygamberimiz hemen ayağa kalkar. Çevresindekiler, geçen cenazenin Müslüman’a ait olmadığını bir Yahudi cenazesi olduğunu söylerler. Peygamberimiz” Olsun, bir Yahudi de olsa insandır” diyerek cevap verir. Bu olay peygamberimizin en çok hangi yönünü gösterir? a Sabrı b Cesareti c Sözünde durması d İnsanlara değer vermesi 15 Hz. Muhammed sav ayakkabılarını, giysilerini ve eşyalarını tamir ederdi. Temizlikle ilgilenirdi. Eve su getirir, hayvanların bakımını davranışları onun aile ilişkileriyle ilgili bize nasıl bir fikir vermektedir? a Çok sert bir erkek olduğunu b Paylaşımcı olmadığını c Her konuda başarılı olduğunu d Yardımlaşmayı sevdiğini 16 Hz. Muhammed sav insanların onurunun kırılmasını istememiştir. Yaşadığı toplumda güçsüz, kimsesiz ve haksızlığa uğrayanların haklarını savunmuştur. Savaş esirlerine iyi davranılmasını istemiş, kadın ve kız çocuklarının aşağılanmasına karşı çıkmıştır. Yukarıdaki cümlelerde Hz. Muhammed’in daha çok hangi özelliği ön plana çıkarılmıştır. a İnsanlara değer vermesi b Güvenilir olması c Hoşgörülü olması d Adaletli olması 17 Peygamberimizin insanlara karşı tutumuyla ilgili olarak aşağıda verilen bilgilerden hangisi yanlıştır? a Zengin- fakir ayırımı yapmaz b Herkese aynı ölçüde değer verirdi c Tüm insanların eşit olduğunu söylerdi d Sadece inanan insanlara değer verirdi 18 Peygamberimiz küçüklüğünden beri herkesin güven duyduğu bir kimsedir. Emanetleri korumuş, adaletli ve dürüst bir kişi olmuştur. Mekkeliler peygamberimize bu özelliklerinden dolayı hangi lakabı vermişlerdir? a Hatemül Enbiya b Muhammedülemin c Resulullah d Habibullah 19 “Muhammedülemin“ in anlamı aşağıdakilerden hangisidir? a Merhametli Muhammet b Adaletli Muhammet c Sabırlı Muhammet d Güvenilir Muhammet 20 Hz. Muhammed hangi ülkede dünyaya geldi ? a Türkiye b Arabistan c Suriye d Mısır 21 Hz. Muhammed hangi şehirde doğdu ? a Mekke b Medine c Cidde d Taif 22 Peygamberimiz Hz. Muhammed'in babasının adı nedir ? a Abdülmuttalip b Vehb c Abdullah d Ebu Talip 23 Aşağıda verilenlerden hangisi ilk müslüman olan sahabelerden değildir ? a Hatice b Zeyd b. Harise c Ebu Bekir d Ebu Talib 24 Peygamber Efendimiz nerede ve hangi tarihte doğdu? a 622 Mekke b 571 Mekke c 622 Medine d 571 Medine 25 Peygamber Efendimizin babası ne zaman vefat etti? a Doğumundan 6 ay önce b Doğumundan 4 ay önce c Doğumundan 2 ay önce d Doğumundan 4 ay sonra 26 Peygamber Efendimizin annesinin ismi nedir? a Halime b Amine c Şeyma d Hatice 27 Peygamber Efendimiz kaç yaşına kadar sütannesinin yanında kaldı? a 4 b 6 c 7 d 8 28 Peygamber Efendimiz annesi vefat ettiği zaman kaç yaşındaydı? a 4 b 5 c 6 d 7 29 Peygamber Efendimiz annesinin vefatından sonra kimin yanında kaldı? a Dedesi Abdulmuttalip b Amcası Ebu Talip c Amcası Abbas d Süt annesi Halime 30 Peygamber Efendimiz dedesi Abdulmuttalip vefat ettiği zaman kaç yaşındaydı? a 6 b 7 c 8 d 9 31 Peygamber Efendimiz dedesi Abdulmuttalip’in ölümünden sonra kimin yanında kaldı? a Amcası Abbas b Amcası Ebu Talip c Süt annesi Halime d Amcası Hamza 32 Peygamberimiz Hz. Muhammed sütannesinin yanında kaç sene kalmıştır? a 2 b 3 c 4 d 5 33 Peygamberimizin annesi nerede vefat etmiştir? a Mekke'de b Taif'te c Medine'de d Ebva'da 34 Peygamberimiz 12 yaşındayken amcası Ebu Talip'le ticaret için nereye hareket etmiştir? a Şam'a b Habeşistan'a c Medine'ye d Kudüs'e 35 Peygamberimiz amcasıyla Şam'a ticaret için yola çıktığında Busra'da verdikleri molada, amcasına yeğenini geri götürmesini söyleyen kişi kimdir? a Meysere b Bahira c Haris d Ebu Talib 36 Peygamberimiz ilk evliliğini kaç yaşındayken yapmıştır? a 40 b 28 c 25 d 23 37 Aşağıdakilerden hangisi Peygamberimizin ilk eşidir? a Hz. Aişe b Hz. Zeynep c Hz. Sevde d Hz. Hatice 38 Hacerü'l Esved'in kelime anlamı nedir? a Siyah Taş b Hacer'in Taşı c Uçan Taş d Hicret Mevsimi 39 Aşağıdakilerden hangisi Peygamberimizin çocuklarından biri değildir? a Kasım b Rukiye c Zeynep d Aişe 40 Peygamberimizin güvenirliliği sayesinde, Kabe'nin tamiri sırasında kabile savaşlarının çıkmasını önlediği olaya ne ad verilir? a Kabe tamiri b Kabe Hakemliği c Hılful Fudul d Hılful fasih 41 Peygamberimizin, peygamberlik gelmeden evvel Mekke şehrinden uzaklaşarak ibadet etmeye başladığı mağara ve dağın adı nedir? a Nurdağı-Hira Mağrası b Sevr Dağı - Hira Mağarası c Hira Dağı -Sevr Mağrası d Sevr Dağı- Nur Mağarası 42 Peygamberimizin hangi amcası hakkında Tebbet Suresi nazil olmuştur? a Ebu Talip b Ebu Leheb c Ebu Cehil d Abbas 43 Peygamberimize ilk vahiy nerede gelmiştir? a Sevr Dağında b Arafat Dağında c Hira Dağında d Tur Dağında 44 Peygamberimize ilk inen ayetler hangi surede yer almaktadır? a Alak Suresi b Nebe' Suresi c Bakara Suresi d Fatiha Suresi 45 Aşağıdakilerden hangisi ilk Müslümanlardan değildir? a Hz. Ebu Bekir b Hz. Ali c Hz. Zeyd d Hz. Halid bin Velid 46 Peygamberimize ilk vahiy geldikten sonra onun peygamber olduğunu anlayan kimdir? a Bahira b Hatice c Ebu Talip d Varaka 47 Resulullah'a ilk önce inananlar nasıl insanlardı? a Güç kuvvet sahipleri b Üstün mevki sahipleri c Kabile başkanları d Yoksul ve zayıflar 48 Peygamberimize iman eden "ilk dört Müslüman" aşağıdakilerden hangisidir ? a Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali b Bekir, Hz. Ömer c Hz. Ebu Bekir, Ebu Talip, Hz. Hatice, Hz Hamza d Hz. Ali, Bekir, 49 Resulullah'ı öldürmek için yola çıkmışken sonunda Resulullah'a biat edip Müslüman olan ve Resulullah'ın halifesi ünvanını kazanan zat kimdir? a Hz. Hamza b Ebu Leheb c Hz. Ömer d Hz. Abbas 50 Peygamber Efendimize ilk vahiy kaç yaşında gelmiştir? a 25 b 35 c 40 d 45 51 Sıddık-ı Ekber olarak anılan Peygamberimizin en yakın dostu kimdir? a Hz. Ebu Bekir b Hz. Ömer c Hz. Osman d Hz. Ali 52 Resulullah'ın imana davet için gittiği, fakat taşlandığı yer neresidir? a Medine b Habeş c Bağdat d Taif 53 İslâmın yayılmasını engellemek için müşrikler boykot kararı almışlardı. Müslümanlara uygulanan boykot kaç yıl sürmüştür? a 3 b 5 c 7 d 9 54 Beş vakit namaz hangi olayda farz kılınmıştır? a Hicrette b Mekkenin fethinde c Miraç'ta d İlk vahiyde 55 “Kulu Muhammed'i bir gece Mescid'i Haram'dan, kendisine bir kısım ayetlerimizi göstermek için etrafını mübarek kıldığımız Mescid'i Aksa'ya götüren Allah'ın şanı ne yücedir.” Ayetiyle hangi olay anlatılmıştır? a Mescid'i Aksa'nın fethedileceği b İsra ve Miraç olayı c Hicret olayı d Fetih olayı 56 İlk hicret aşağıdakilerden hangisine olmuştur? a Yemen'e b Şam'a c Habeşistan'a d Mısır'a 57 Hicret ederken Resulullah'a yol arkadaşlığı eden sahabe kimdir? a Hz. Ali b Hz. Aişe c Hz. Zeyd d Hz. Ebu Bekir 58 Peygamberimiz hac mevsiminde Medinelilerle ilk defa kaç yılında nerede görüşmüştür? a 622 - Akabe b 620- Safa tepesi c 621- Akabe d 621- Safa tepesi 59 Peygamberimizin Medinelilerle birlikte gönderdiği ilk Kur'an öğretmeni kimdir? a Hz. Musab b Hz. Ali c Hz. Abdullah d Hz. Osman 60 'Hicret' neyin başlangıcı olarak kabul edilir? a Miladi Takvim b Rumi Takvim c Hicri Takvim d Güneş Takvimi 61 Peygamberimiz kaç yılında Medine’ye hicret etmiştir? a 620 b 621 c 622 d 623 62 Peygamberimiz hicret ederken yerine kimi yatağında bırakmıştır? a Hz. Hamza b Hz. Osman c Hz. Ali d Hz. Ebu Bekir 63 İnançlarını rahat bir şekilde yaşamak için Müslümanların Mekke'den Medine'ye göç etmelerine ne ad verilir? a Seyahat b Büyük göç c Hicret d Hudeybiye 64 “Yesrib” hangi şehrin eski adıdır? a Mekke b Medine c Taif d Şam 65 Resulullah Medine'ye hicret ettiğinde kimin evinde kalmıştır? a Sa'd bin Hayseme b Esad bin Zürare c Suheyb bin Sinan d Ebu Eyyüb el- Ensari 66 İslam tarihinin ilk mescidi nerede yapılmıştır? a Medine'de b Kuba'da c Habeşistan'da d Yemen'de 67 Medineli Müslümanlara verilen “Ensar” ünvanı ne anlama gelmektedir? a Yazıcılar b Yardımcılar c Dostlar d Hicret edenler 68 İlk müezzin aşağıdakilerden hangisidir? a Hz. Bilal b Hz. Zeyd c Hz. Abdullah bin Zeyd d Hz. Ali 69 Peygamberimize inanmayan ama inanmış gibi görünmeye çalışan kişiye ne ad verilir? a Müşrik b Münafık c Kâfir d Mü'min 70 Peygamberimizin Mekke'den Medine'ye göçene kadar ki Peygamberlik dönemi kaç yıldır? a 13 yıl b 15 yıl c 17 yıl d 18 yıl 71 Hicret edenler ve onlara yardım edenler aşağıdakilerden hangisinde birlikte verilmiştir? a Mekkeliler-Medineliler b Evs ve Hazreçliler c Müşrikler- Mü'minler d Ensar ve Muhacirler 72 Kıblenin Kâbe olarak tayin edildiğini bildiren vahiy gelmeden önce Müslümanlar nereye dönük olarak namaz kılıyorlardı? a Yemen'e b Şam'a c Medine'ye d Kudüs'e 73 İslam ordusunun ilk düzenli savaşı hangisidir? a Bedir b Uhud c Hendek d Hudeybiye Skor Tablosu Kutuyu aç açık uçlu bir şablondur. Bir lider panosu için skor oluşturmaz.
Mısır ahâlisine gönderilen peygamber. Yakub aleyhisselamın oğludur. Annesinin ismi Râhil’dir. İsrailoğullarından Yakub aleyhisselamın neslinden gönderilen ilk yaştayken annesi vefat eden Yusuf aleyhisselamı ve küçük kardeşi Bünyâmin’i babaları olan Yakub aleyhisselam şefkâtle bakıp büyütüyordu. Çünkü onlar anne şefkatinden mahrum kalmışlardı. Annesinin vefatından sonra Yusuf aleyhisselam halasının yanında kaldı. Halasının vefatından sonra tekrar babasının yanına döndü. Yakub aleyhisselamın diğer hanımlarından olan Rabil, Şem’un, Lâvî, Yehûda, İsâhar, Zablun, Dân, Neftâli, Câd ve Âşir adlı oğulları Yusuf ve kardeşi Bünyamin’i babalarının daha çok sevmesini aleyhisselam yedi veya on iki yaşlarındayken on bir yıldız, ay ve güneşin kendisine secde ettiklerini rüyâsında gördü. Bu rüyâsını babasına anlattı. Oğlu Yusuf’un anlattıklarını dinleyen Yakub aleyhisselam on bir yıldızın diğer oğulları güneşin kendisi, ayın da hanımı olduğu şeklinde tâbir etti. İleride hazret-i Yusuf’un büyük nîmetlere kavuşacağını ve ona peygamberlik verileceğini anladı. Bu rüyâyı duydukları takdirde kardeşlerinin kendisini daha çok kıskanacaklarını ve şeytanın vesvesesiyle ona bir kötülük yapabileceklerini düşünerek, rüyâsını kardeşlerine anlatmamasını hazret-i Yusuf’a aleyhisselamın oğlu hazret-i Yusuf’u kendilerinden daha çok sevmesi sebebiyle kıskançlıkları iyice artan diğer oğulları toplanıp aralarında konuştular. Yusuf’u babalarından uzaklaştırmaya karar verdiler. Bunun için de iki yol düşündüler. “Ya öldürürüz veya onu babamıza ulaşamayacağı bir yere bırakırız. Böylece babamızın sevgisini kendimize çekeriz.” biri Rabil veya Yehûda; “Eğer benim sözümü tutarsanız, Yusuf’u öldürmeyin. Onu büyük bir kuyunun dibine bırakın ki, oraya uğrayan yolculardan biri çıkarıp başka bir yere götürür. Böylece Yusuf babamızdan uzaklaştırılmış olur.” dedi. Diğerleri de bu görüşü benimseyip hazret-i Yusuf’u kuyuya atmaya karar gün hep birlikte Yakub aleyhisselama giden oğulları koyunlarını otlatmak için kıra gideceklerini, kardeşleri Yusuf’u da çok sevdikleri için, yanlarında götürmek istediklerini söylediler. Kardeşlerinin Yusuf’a bir şey yapacaklarından çekinen Yakub aleyhisselam “Onu götürmeniz beni mahzûn eder. Siz ondan habersizken onu kurt yemesinden korkarım.” babalarına karşı yemin ederek; “Biz kuvvetli bir toplulukken, onu kurt yerse âciz ve güçsüz kimseler olmuş oluruz.” diyerek hîle ile hazret-i Yusuf’u babalarından aldılar. Yakub aleyhisselam oğullarının ısrârı ve hazret-i Yusuf’un da onlarla gitmek istemesi karşısında takdire râzı oldu. Kardeşleri babalarından uzaklaşınca Yusuf’a eziyet etmeye başladılar. Bir müddet sonra atmayı kararlaştırdıkları kuyunun başına vardılar. Kardeşleri Yusuf aleyhisselamın elbiselerini soydular. İpe bağlayıp kuyuya sarkıttılar. Kuyunun yarısına kadar varınca da ipi kestiler. Yusuf aleyhisselam suyun içine düştüğü sırada şu duayı okudu “Ey gâib olmayan Şâhit! Ey uzak olmayan Karîb! Ey Mağlup olmayan Gâlib! Beni bu musîbetten kurtar. Bunun için bana bir çıkış yolu nasip et!”Yusuf aleyhisselam kuyuda dua edip Allahü teâlâyı zikretmeye başladı. Yusuf aleyhisselamın zikrini duyan melekler onun etrâfına toplanıp, teselli ettiler. Cebrâil aleyhisselam da gelip ona arkadaşlık aleyhisselamın kardeşleri de, onun sırtından çıkardıkları gömleği kestikleri bir hayvanın kanına buladılar ve babaları Yakub aleyhisselama götürdüler. “Ey bizim babamız, hakîkaten biz gittik. Yarış edecektik. Yusuf’u da eşyâlarımızın yanında bırakmıştık. Onu kurt yemiş.” dediler. Kesmiş oldukları hayvanın kanına buladıkları gömleği getirdiler. Yakub aleyhisselam onların yalan söylediklerini anlayarak; “Hayır nefisleriniz sizi aldatıp böyle bir işe sürüklemiş. Artık bana düşen sabr-ı cemildir. Sizin bu yaptıklarınız üzerine sabrımla Allahü teâlâdan yardım isterim.” dedi. Yusuf aleyhisselamın kana bulanmış gömleğini yüzüne gözüne sürdü. Gömleğin hiç yırtılmamış olduğunu görüp; “O kurdun Yusuf’uma karşı şefkati sizden fazlaymış. Vallâhi bugüne kadar bu kurt gibi yumuşak huylusunu görmedim. Oğlumu yemiş de, sırtındaki gömleğini bile yırtmamış.” dedi ve takdire râzı olup sabr-ı cemilin kendisi için en güzel yol olduğunu aleyhisselam kuyuya atıldıktan bir müddet sonra Medyen’den gelip Mısır’a gitmekte olan bir kervan kuyunun yanında konakladı. Su almak için vazîfeli olan bir kişi kovasını kuyuya saldığı zaman Yusuf aleyhisselam kovaya sarıldı. Kova yukarı çekilince Yusuf aleyhisselam da kovayla berâber dışarıya çıktı. Kovayı çeken kişi güzel yüzlü bir çocuğun da kovanın ipine tutunup çıktığını görünce şaşırdı. Onu yanına alıp, kâfiledekilere götürdü. Böylece Yusuf aleyhisselam kuyudan çıkıp kurtuldu. Bu sırada hazret-i Yusuf’u kuyuya atan kardeşlerinden biri ona yiyecek vermek üzere attıkları kuyunun yanına gelmişti. Onun kervancılar tarafından kuyudan çıkarılmış olduğunu görünce diğer kardeşlerine haber verdi. Kervancıların yanına gelen kardeşleri; “Bu bizim kölemizdi, kaçtı. İsterseniz onu satın alıp başka bir memlekete götürün.” dediler. Yusuf aleyhisselamı da; “Bizi yalancı çıkarma, seni öldürürüz.” diye korkuttular. Kervancılar paralarını mala yatırdıklarını, yanlarında bulunan birkaç dirhemi verebileceklerini söylediler. Asıl maksatları Yusuf aleyhisselamı satmak olmayıp, babalarından uzaklaştırmak olan kardeşleri, kervancıların verdiği birkaç dirheme râzı olup onu hazret-i Yusuf’u Mısır’a götürüp pazara çıkardılar. Birçok kimse onu satın almak isteyince fiyatı yükseldi. O sırada Mısır Azîzi, yâni Mâliye Nâzırı Bakanı olan Kıtfîr veya İzfîr Yusuf aleyhisselamı kervancılardan çok yüksek bir fiyata satın aldı. Eve varınca da hanımına, ona iyi muâmele etmesini ileride kendilerine faydalı olabileceğini söyledi. Yusuf aleyhisselamı satın alan Mısır Azîzi’nin hanımı Zelihâ veya Züleyha idi ve çocukları olmamıştı. Bu yüzden Azîz, Yusuf aleyhisselamı evlâd edinmeyi düşündü. Yusuf aleyhisselam Azîz’in evinde gâyet rahattı. Azîz’in hanımı genç ve güzel bir kadındı. Azîz ise, ınnîn, yâni iktidarsız aleyhisselam ise, akıllara durgunluk verecek derecede güzeldi. Yüzünde parlayan nübüvvet peygamberlik nûru herkesi hayran bırakırdı. Bu hal Züleyhâ’nın ona âşık olmasına sebep oldu. Yusuf aleyhisselama karşı süslenip onu kendine çekmek için çalıştı. Fakat Yusuf aleyhisselam Allahü teâlânın yardımıyla ona hiç îtibâr etmedi. Züleyhâ sonunda kapıları kapadı ve ondan murâd almak istedi. Yusuf aleyhisselam “Efendim Kıtfîr iyi bakman için beni sana bıraktı. Bunun karşılığında onun haremine hıyânet etmekten Allah’a sığınırım.” aleyhisselamın kendisine îtibâr etmediğini gören Züleyhâ ona iftirâ etti. Züleyhâ’nın Yusuf aleyhisselama yaptıkları bir müddet sonra Mısır ahâlisi tarafından duyuldu. Haber sarayda vazîfeli kimselerin hanımları tarafından da duyulunca, kadınlar “Züleyhâ, Ken’anlı kölesi Yusuf’un nefsinden murâd almak istiyormuş. O gencin sevgisi onun yüreğine işlemiş, onu deli etmiş. Azîzin hanımı olduğu halde, Züleyhâ’nın bir köleye gönül vermesini açık bir hatâ olarak görüyoruz.” Mısırlı kadınların kendisi hakkındaki sözlerini işitti. O kadınların da Yusuf aleyhisselamı görmesi için bir ziyâfet tertip etti. Kendisini ayıplayan kadınlarla berâber şehir eşrâfından kırk kadar hanımı dâvet etti. Onlar için bıçakla kesilerek yenecek yiyecekler de hazırlattı. Misâfirler gelip kendileri için hazırlanan yemekleri yemeye başladılar. Züleyhâ, başka bir odada bulunan Yusuf aleyhisselamın kadınlara görünmesini aleyhisselam Züleyhâ’dan çekindiği için, emrine karşı gelmeyip kadınlara göründü. Kadınlar Yusuf aleyhisselamı görünce cemâlinin heybetinden yüzünün güzelliğinden kendilerini unuttular. Meyve yerine hiç acı duymadan ellerini kestiler. Onun güzelliğini ve cemâlinin heybetini hiçbir insanda görmemişlerdi. Böylece, onun melek olmadığını bildikleri halde; “Bu bir melektir.” demekten kendilerini alamadılar. Onların bu hâlini seyreden Züleyhâ; “İşte gördünüz mü? Siz benden daha çok kınanmaya, ayıplanmaya lâyıksınız. Çünkü onu bir defâ görmekle kendinizi kaybedip ellerinizi kestiğinizin bile farkında olmadınız. Ben ise, uzun zamandır onunla birlikteyim. Fakat hiçbir vakit sizin bu hâlinize düşüp, hayranlığımdan dolayı kendimden geçmedim. Şimdi gördüğünüzü önceden görseydiniz, beni kınamazdınız.” da onlara; “Duyduğunuz gibi ben ondan bu iş için talepte bulundum. O ise, bu husustaki teklifimi kabul etmedi. Eğer ona emrettiğim şeyi yapmazsa muhakkak zindanlarda sürünür.” dedi. Misâfir gelen kadınlar Yusuf aleyhisselamın etrâfına toplanıp; “Azîzin hanımının emrine karşı gelmen sana bir fayda getirmez.” diye Züleyhâ’nın arzusuna uymaya teşvik ettiler. Yusuf aleyhisselam kadınların fuhşu güzel gösteren hîleleri ve sözleri karşısında Allahü teâlâya sığınıp dua etti. Başına gelen bu musîbetten korunmasını niyâz etti “Ey Rabbim! Zindan bana bu Mısırlı kadınların beni dâvet ettikleri şeyden daha sevimlidir. Eğer sen onların hîlelerini benden çevirmezsen beni ismet üzere sâbit kılmak sûretiyle korumazsan, ben ihtiyârî olmayan tabiî bir meyl ile onlara meyleder, böylece sefihler zümresine dâhil olurum. Bunun üzerine Rabbi onun duasını kabul etti. Kadınların hîlelerini, şerlerini ondan çevirdi. Çünkü O Allahü teâlâ, kendine tazarrû ve ilticâ edenlerin dualarını işitici ve hallerini bilicidir.” Yusuf sûresi 33Züleyhâ’nın kocası Azîz, Yusuf aleyhisselamın yapılan soruşturma netîcesinde suçsuzluğunu anlamış olduğu için herhangi bir cezâ vermeye lüzum görmemişti. Fakat yayılan dedikoduları kesmek için ve Züleyhâ’nın baskılarına boyun eğerek Yusuf aleyhisselamın hapsedilmesine karar verdi. Böylece hazret-i Yusuf zindana atıldı. Uzun zaman zindanda kaldı. Zindanda ne kadar kaldığı kesin olarak aleyhisselamla birlikte Mısır Firavununun ekmekçisi ve şerbetçisi de hapishânedeydiler. Yusuf aleyhisselam zindandayken hastaları ziyâret eder, geceleri dâimâ namaz kılar, Rabbini zikrederdi. Kendisine Allahü teâlâ rüya tâbiri ilmini öğretti. Yusuf aleyhisselam Firavun’un ekmekçisi ve şerbetçisinin görmüş oldukları rüyâyı tâbir etti. Biri rüyâsında üzüm sıktığını, diğeri de başının üzerinde ekmek taşıdığını ve bu ekmekten kuşların yediğini görmüştü. Yusuf aleyhisselam rüyâsında üzüm sıkanın serbest bırakılacağını, ekmek taşıyanın ise îdâm edileceğini söyledi. O kimselerin rüyâları, yorumladığı gibi çıktı. Şerbetçi serbest bırakılıp eski vazîfesine döndü, ekmekçi de asıldı ve başının etini kuşlar aleyhisselam zindandayken Mısır hükümdarı bir rüyâ görmüştü. Dehşetle uykusundan uyanıp; “Ben rüyâmda yedi semiz ineğin yedi zayıf ineği yediğini ve yedi yeşil başak, yedi de kurumuş başak gördüm. Ey ileri gelenler, eğer rüyâ tâbiri biliyorsanız, bu rüyâmı yorumlayın.” dedi. Onlar “Biz böyle rüyâların yorumunu bilmeyiz.” dediler. Bu sırada daha önce Yusuf aleyhisselam ile zindanda kalan şerbetçi kendi rüyâsını tâbir ettirdiğini hatırlayarak; “Ben bu rüyânın yorumunu yaptıracağım. Beni Yusuf’un aleyhisselam bulunduğu zindana götürüp onunla görüştürün” dedi. Şerbetçiyi Yusuf aleyhisselamın yanına götürdüler. O da Mısır hükümdârının rüyâsını anlatıp yorumunu teâlâ Yusuf aleyhisselama zindandayken peygamberlik emrini bildirdi. Yusuf aleyhisselam Mısır hükümdârının rüyâsını tâbir etmeden önce Allahü teâlânın peygamberi olduğunu söyleyip, mucize gösterdi. Gelecek yemekler daha gelmeden önce cinsini ve tadını haber verdi. Peygamber âilesinden geldiğini, baba ve dedelerinin peygamber olduğunu bildirdi. Zindandayken insanları tevhid inancına dâvet etmeye başladı. Zindandakilere; “Ey zindan arkadaşlarım! Çok sayıdaki putlarınız mı hayırlı, yoksa zâtında ve sıfatlarında tek ve her şeye gâlib olan Allahü teâlâ mı?” dedi. Arkadaşlarına tevhid inancını, inanmanın gerekli olduğunu ve hak dînin emir ve yasaklarını aleyhisselam hükümdarın rüyâsını yorumlayıp; “Yedi sene bolluk, sonra yedi sene kıtlık olacak. Bollukta saklayın, kıtlıkta bunları yersiniz.” buyurdu. Hükümdar, tâbiri duyunca Yusuf aleyhisselamı istedi. Yusuf aleyhisselam Mısır hükümdârının elçisine; “Efendine dön de ellerini kesen o kadınların zoru hâli neydi? Kendisine sor. Benim Rabbim onların hîlelerinin ne olduğunu ne söylediklerini, ne yaptıklarını elbette bilir.” dedi. Elçi, hükümdarın yanına dönüp Yusuf aleyhisselamın isteğini arz etti. Meseleyi araştıran hükümdar, o kadınları yanına getirtip; “Yusuf’un nefsinden Murâd almak istediğiniz vakit ne halde idiniz? Onu Züleyhâ’nın emrine itâat etmeye teşvik ederken size karşı bir meylini hissettiniz mi? Kendisinde bir kötülük, şüphe götürür bir hareket gördünüz mü?” dedi. Kadınlar “Hâşâ! Biz onun hiçbir kötü hâline, hiçbir günahına muttalî omadık.” dediler. O mecliste bulunan Azîzin hanımı Züleyhâ da; “Şimdi hak doğru ortaya çıktı. Ben onun nefsinden murâd almak istemiştim. O ise şüphesiz doğru söyleyenlerdendir.” dedi. Böylece Yusuf aleyhisselamın suçsuzluğu ve senelerdir zindanda suçsuz olarak kalmış olduğu ortaya hükümdârı Yusuf aleyhisselama tekrar elçi gönderip; “Onu bana getirin, kendisini has müsteşâr edinip işlerimi ona bırakayım.” dedi. Hükümdârın dâvetini kabul eden Yusuf aleyhisselam zindandan çıktı. Zindanın kapısına da; “Burası belâ, musîbet ve hüzün evi, dirilerin kabri, düşmanların sevinç, dostların tecrübe yeridir.” diye aleyhisselam hükümdârın sarayına varınca, hükümdâr ona çok iltifatta bulundu. Hükümdar görmüş olduğu rüyâ ile ilgili ne gibi tedbirler alınması gerektiğini sordu. Yusuf aleyhisselam; “Bolluk senelerinde çok ekip, ekinleri sapları ile berâber, başaklarıyla ambarlara koymalısın. Bu şekilde ekinler bozulmadan kalır, hem de saplar hayvanlarınız için yem olur. Halka da, ekinlerinden ihtiyaçları kadarını yemelerini, geriye kalanını saklayıp korumalarını emretmelisin. Bu yiyecekler kıtlık senelerinde sizin ve çevredeki insanların ihtiyaçlarını karşılayacaktır.” dedi. Yusuf aleyhisselamın tavsiyeleri çok hoşuna giden hükümdâr; “Bu işleri yapmakta bana kim yardım eder?” dedi. Yusuf aleyhisselam ona; “Arzın Mısır’ın hazînelerinin idâre işini bana bırak. Ben onu korumaya muktedirim. Tasarruf yollarını bilirim, bu işi ben yaparım.” aleyhisselamın teklifinden bir sene sonra Mısır Azîzi Mâliye Nâzırı öldü. Hükümdar hazret-i Yusuf’u onun yerine Mâliye Nâzırı yaptı. Mücevherlerle süslü taht ve tâclarla birlikte hazînelerin anahtarlarını ona teslim etti. Hükümdar bütün yetkilerini de ona verdi. Memleketin her tarafında Yusuf aleyhisselamın emri geçer oldu. Yusuf aleyhisselam, Azîzin ölümünden sonra sarayı terk edip perişân hâle gelen ve Allahü teâlâya îmân etmiş olan Züleyhâ’yı Allahü teâlânın emriyle kendine nikâhlayıp onunla evlendi. Yusuf aleyhisselam Züleyhâ’ya “Bu senin istemiş olduğundan hayırlı değil mi?” dedi. Züleyhâ da ona “Ey Sıddîk! Beni kınama. Bildiğin gibi ben, mal, mülk, güzellik gibi dünyâ nîmetlerine sâhip bir kadındım. Ancak kocam kadınlara yaklaşmaktan mahrumdu. Sen de benim gördüğüm en güzel kimseydin.” diye cevap verdi. Yusuf aleyhisselamın Züleyhâ’dan iki oğlu ile Rahmet adında bir kızı aleyhisselam yetkileri eline alınca kıtlık senelerinin geleceğini düşünerek gerekli tedbirleri aldı. Gerekli gıdâ stoklarını yaptırdı. Bu stoklar için büyük depolar yaptırıp topladığı yiyecekleri buralarda depoladı. İnsanlara da çok iyilik ve ihsânlarda bulundu. Yedi sene olan bolluk seneleri geçip, peşinden bütün şiddetiyle kıtlık başgösterdi. Kıtlığın ilk senesinde insanlar hazırladıkları yiyecekleri bitirdiler. Yusuf aleyhisselamdan para ile yiyecek satın almaya başladılar. Yusuf aleyhisselam kim olursa olsun, kimseyi kayırmadan yiyecek almaya gelene bir deve yükünden fazla yiyecek vermezdi. Bu hususta adâletten aslâ ayrılmazdı. Mısır hükümdârı ve pekçok kimse onun adâleti ve güzel huyları sebebiyle Allahü teâlâya ve çevre ülkelerden olan insanlar akın akın gelip Yusuf aleyhisselamdan yiyecek alıyorlardı. Babası Yakub aleyhisselamın ve kardeşlerinin yaşadığı Ken’an diyârında da kıtlık baş gösterdiğinden Yakub aleyhisselam, Yusuf aleyhisselamın anne-baba bir kardeşi olan Bünyamin hâricindeki on oğlunu Mısır’a erzak almak üzere gönderdi. Yakub aleyhisselamın oğulları Mısır’a varınca hazret-i Yusuf onları tanıdı. Onlar ise, hazret-i Yusuf’u tanıyamadılar. Fakat, hazret-i Yusuf onların kim olduklarını, nereden geldiklerini sordu. Onlar dediler ki “Biz Ken’an vilâyetindeniz. İhtiyar bir babanın on evlâdıyız. Babamızın ismi Yakub’dur. Beldemizde kıtlık var. Babamız bizi buraya erzak almaya gönderdi.” dediler. Yusuf aleyhisselam; “Şimdi babanız nerede ve kiminle berâberdir?” deyince, onlar da; “Ken’an ilinde bizim en küçük kardeşimizle berâber kaldı. Babamızın küçük kardeşimizle aynı anadan olan çok sevdiği bir oğlu daha vardı. Kırda telef oldu. Onun derdinden Bünyamin adındaki küçük oğlunu yanından hiç ayırmaz. Oğlu Yusuf’a üzüntüsünden dolayı gözleri görmez oldu.” aleyhisselam her bir kardeşi için birer deve yükü erzak hazırlattı. Onlardan almış olduğu paralarını da gizlice tekrar yüklerinin içine bıraktırdı. Gelecek sefere diğer kardeşlerini de getirmelerini istedi. Getirmedikleri takdirde erzak vermeyeceğini bildirdi. Yakub aleyhisselamın oğulları Mısır’a varınca babalarına, Mısır Mâliye Nâzırı tarafından büyük ihsân ve iltifat gördüklerini anlattılar. Mısır Mâliye Nâzırının bir daha Mısır’a gittiklerinde kardeşleri Bünyamin’i de getirmelerini istediğini, aksi hâlde erzak vermeyeceğini söylediğini bildirdiler. Yakub aleyhisselam Bünyamin’i göndermek istemedi. Yüklerini açtıkları zaman da paralarının ihsân olarak yüklerinin içine konulduğunu gördüler. Bunun üzerine babalarına; “Ey babamız! Daha ne istiyoruz, işte sermâyemiz de bize iâde edilmiş. Biz onunla tekrar âilemize zahîre getiririz. Kardeşimizi de koruruz. Kardeşimizi götürmekle bir deve yükü zahîre de fazla alırız. Bu seferki aldığımız zahîre az bir ölçektir, bizi idâre etmez.” dediler. Bünyamin’i getireceklerine dâir söz aldıktan sonra onlarla birlikte tekrar Mısır’a gönderdi. Onlara da; “Daha önce Yusuf’a olanı biliyorsunuz. Fakat Allahü teâlâ en iyi koruyucudur. Merhametlilerin en merhametlisidir.” aleyhisselamın oğulları ikinci defâ Mısır’a gittiler. Bünyamin’i Yusuf aleyhisselamın yanına getirdiler. Yusuf aleyhisselam kardeşlerine ikram ve ihsânlarda bulundu. Diğer kardeşlerinden ayrı olduğu sırada kardeşi Bünyamin’e kendisini tanıttı. Bir tedbirle onu göndermeyeceğini bildirdi. Her bir kardeşi için bir deve yükü erzak hazırlattı. Kardeşi Bünyamin’in yükünün içine Mısır hükümdârının altından yapılmış su tasını koydurdu. Yakub aleyhisselamın oğullarının yükleri hazırlanıp yola çıkacakları sırada saraydan bir vazîfeli gelerek; “Ey kâfile ehli! Durun! Muhakkak siz hırsızlarsınız.” dedi. Yusuf aleyhisselamın kardeşleri geri dönerek; “Ne kayboldu. Aradığınız nedir?” diye sordular. Vazîfeli; “Hükümdârın tası kayboldu. Onu getirene bir deve yükü zahîre var. Ben de buna kefilim.” dedi. Yusuf aleyhisselamın kardeşleri; “Vallahi muhakkak siz de bilirsiniz ki, biz buraya fesâd çıkarmak için gelmedik. Biz hırsız da değiliz.” dediler. Vazîfeli ve yanındakiler; “Eğer sözünüzde yalancı çıkarsanız sizin dîninizde hırsızlığın cezâsı nedir?” dediler. Yakub aleyhisselamın oğulları; “Su kabını çalanın cezâsı kimin yükünde bulunursa, çalan kimse, mal sâhibinin kölesi olur. Biz hırsızlık yapanları böyle cezâlandırırız.” dediler. Saray vazîfelileri Yakub aleyhisselamın oğullarının yüklerini aradılar. Su tası en son aradıkları Bünyamin’in yükünde çıktı. Bunun üzerine Yakub aleyhisselamın bildirdiği dînin hükümlerine göre Bünyamin Mısır’da alıkonuldu. Yakub aleyhisselamın oğulları “Ey Azîz! Hakikat, onun Bünyamin’in ihtiyar ve çok muhterem bir babası var. Kaybolan kardeşimizin acısını onunla unutur. Onu bizden çok sever. Onun yerine birimizi alıp onu serbest bırak. Biz muhakkak seni ihsân edenlerden görüyoruz. Bu ihsânını tamamla.” aleyhisselam “Eşyâmızı yanında bulduğumuz kimseden başkasını alıkoymaktan Allahü teâlâya sığınırız. Çünkü bu takdirde dîninize uygun olarak verdiğiniz fetvâya göre biz de elbette zâlimlerden oluruz.” aleyhisselamın büyük oğlu ve Şem’un da, babam bana izin verinceye kadar gelmem, deyip Mısır’da kaldı. Yakub aleyhisselamın diğer oğulları Mısır’dan ayrılıp utanarak ve sıkılarak babalarına geldiler; “Ey babamız! Muhakkakki oğlun Bünyâmin hırsızlık yaptı. Biz ancak gördüğümüze şâhitlik ederiz. Su kabının Bünyamin’in yükünden çıktığını gördük. Biz gaybı, yâni onun gerçekten çaldı mı, yoksa onun haberi olmadan eşyâsı arasına mı kondu? bilmeyiz. Eğer bize inanmazsan içinde bulunduğumuz kendisinden döndüğümüz şehre Mısır halkına da aralarında geldiğimiz kervana da sor. Biz hakîkaten doğru söyleyicileriz.” dediler. Yakub aleyhisselam bu habere çok üzülüp, anlatılanlara inanmadı. Fakat; “Artık bana düşen sabr-ı cemildir. Umulur ki, Allahü teâlâ oğullarımı bana getire. Şüphesiz Allahü teâlâ Alîmdir, Hakîmdir.” dedi. Allahü teâlânın kendisini bu sıkıntıdan yakında kurtaracağına inanan Yakub aleyhisselam son derece üzüntülü ve kederli olmasına rağmen, hâlini Allahü teâlâdan başkasına arz etmedi. Başına gelen musîbetlere rağmen, dâimâ sabırlı oldu. Bir gün oğullarına kavuşacağını ümit eden Yakub aleyhisselam; “Ey oğullarım! Mısır’a gidin, Yusuf ile kardeşlerinden haber sorun. Allahü teâlânın fadl ve ihsânından ümit kesmeyin. Çünkü hakîkat, kâfirler gürûhundan başkası Allahü teâlânın fadl ve rahmetinden ümit kesmez.” aleyhisselamın oğulları babalarının tavsiyesi üzerine üçüncü defâ Mısır’a geldiler. Yusuf aleyhisselamın huzûruna varıp; “Ey Azîz! Bize ve âilemize darlık, kıtlık, fakirlik ve açlık isâbet etti. Çok az ve ehemmiyetsiz bir sermâye ile geldik. Bize daha önce tam bedelle verdiğin gibi tam ölçek ver. Sermâyemizden eksik olan bu miktara karşılık olan zahîreyi vermekle veya kardeşimizi iâde etmek sûretiyle hakkımızda ayrıca tasaddukta bulun. Zîrâ Allahü teâlâ sadaka verenleri mükâfatlandırır. Yusuf aleyhisselam onlara “Siz sonunun nereye varacağını bilmeden Yusuf’a ve kardeşine yaptığınız işin kötülüğünü anlayıp ondan tövbe ettiniz mi?” sözler üzerine onlar bu kimsenin, kardeşleri Yusuf olabileceğini düşündüler. Ona Yusuf olup olmadığını sordular. Onların yalvarışlarını, çâresiz kaldıklarını görünce, kalbi inceldi. Merhametinden dolayı, kendisinin kardeşleri Yusuf olduğunu açıkladı. Kardeşleri; “Yoksa sen gerçekten Yusuf musun?” dediler. Yusuf aleyhisselam; “Evet, ben Yusuf’um ve bu kardeşim Bünyamin’dir. Allahü teâlâ birbirimize kavuşturmakla bize ihsânda bulundu.” dedi. Kardeşleri Yusuf aleyhisselamın üstünlüğünü ve ona yaptıklarından dolayı günahkâr olduklarını kabul ettiler. Yusuf aleyhisselam onlara; “Bugün size bir kınama ve ayıplama yoktur.” çok izzet ve ikrâmda bulundu. Babası Yakub aleyhisselamın hâlini, kendisinin yokluğundan sonra ne durumda olduğunu sordu. Onlar da; “Senin için çok üzüldü, ağladı. Bu sebeple gözleri görmez oldu.” dediler. Bunun üzerine Yusuf aleyhisselam gömleğini çıkarıp onlara verdi ve; “Şu gömleğimi babama götürün ve yüzüne sürsün. O benim kokumu koklasın ve gömleğimi gözlerine sürsün. O artık rahatlıkla görmeye başlar. Sonra bütün âilenizi bana getirin.” dedi. Yusuf aleyhisselam kardeşlerinin yol hazırlıklarını yaptırdı. Babası Yakub aleyhisselama verilmek üzere bütün hânedânı ve akrabâsı ile birlikte Mısır’a gelmelerini isteyen bir mektup da aleyhisselam, oğulları Mısır’dan yola çıktıktan sonra oğlu hazret-i Yusuf’un kokusunu aldığını söyledi. Fakat yanındakiler, Yusuf aleyhisselama duyduğu aşırı muhabbetten dolayı böyle bir koku duyduğunu zannedebileceğini söylediler. Nihâyet Yakub aleyhisselamın oğulları Ken’an diyârına yaklaşınca, onlardan biri müjdeci olarak gelip Yusuf aleyhisselamın gömleğini babasına verdi. Yakub aleyhisselam gömleği alıp yüzüne, gözüne sürdü. Gözleri açılıverdi. Yakub aleyhisselam, bütün oğulları ve akrabâsıyla birlikte Ken’an diyârından Mısır’a gitmek üzere yola çıktı. Yusuf aleyhisselam Mısır hükümdârı ve halkıyla birlikte Yakub aleyhisselamı ve berâberindekileri karşıladı. Babasını sarayına götürdü. Babasını ve üvey annesini tahtının üstüne çıkarıp oturttu. Hepsi babası, üvey annesi ve kardeşleri ona kavuştukları için secde şükür secdesi aleyhisselam babasına; “Ey babam! İşte bu evvelce gördüğüm rüyânın tevili yorumudir. Hakîkaten Rabbim o rüyâyı tahakkuk ettirdi. Beni zindandan çıkarıp mülk ihsân etti. Şeytan benimle kardeşlerimin arasını hased ile açtıktan sonra, Allahü teâlâ sizi çölden Ken’an diyârından getirdi. Muhakkak ki, Rabbim dilediği şeyleri hakkıyla bilen herşeyi hikmetinin icâb ettirdiği vakit ve şekilde yapan odur.” dedi. Kardeşlerini affettiğini aleyhisselam Yusuf aleyhisselamla birlikte on seneden fazla yaşadıktan sonra vefat etti. Vasiyeti üzerine Kudüs yakınlarındaki Halîlürrahmân denilen yere defnedildi. Yusuf aleyhisselam babasının vefatından sonra bir müddet daha yaşadıktan sonra vefat etti. Mısır’da herkes Yusuf aleyhisselamı kendi mahallesine defnetmek istiyordu. İş kavgaya kadar vardı. Sonunda mermer bir Sandukaya koyup Nil Nehri kıyısına veya Nil Nehrinin ortasına defnetmekte anlaştılar. Bir rivâyete göre ondan dört yüz sene sonra, gelen Musa aleyhisselam kabrini bulup, mübârek cesedini oradan alarak Yakub aleyhisselamın da medfûn bulunduğu Halîlürrahmân’da aleyhisselamın güzelliği fevkalâdeydi. Âdem aleyhisselama çok benzerdi. Mısır sokaklarında gezerken yüzünün pırıltısı güneş ışıklarının yansıması gibi duvarlara aksederdi. Bir kimse onun yüzüne bakmak isterse hemen gözlerini çevirmek zorunda kalırdı. Bütün bunlara rağmen Yusuf aleyhisselama güzelliklerden sâdece bir parça verilmişti. Muhammed aleyhisselama ise tamâmı kirâm Peygamber efendimize, siz mi güzeldiniz, Yusuf âleyhisselâm mı güzeldi? diye sorunca Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem; “Kardeşim Yusuf benden sabih güzel, ben ondan melihim sevimliyim. O’nun görünen güzelliği benim görünen güzelliğimden çoktur.” buyurdu. Peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem görünmeyen güzelliği gösterilseydi, kimse bakmaya tâkat kirâmın gençleri, hazret-i Âişe vâlidemizden Peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem güzelliğini sorduklarında hazret-i Âişe şu şiiri söylemiştirVe lev semia ehlü Mısre evsâfe haddihî,Lemâ bezelû fî sevmi Yûsüfe min Zelihâ lev reeyne cebînehû,Le âserne bilkat’il kulûbi alel onun yanaklarının güzelliğini işitmiş olsalardı, Yusuf aleyhisselamın pazarlığında hiç para vermezlerdi. Yâni, bütün mallarını, onun yanaklarını görebilmek için saklarlardı. Zelihâ’yı kötüleyen kadınlar, onun parlak alnını görselerdi, ellerinin yerine kalplerini keserlerdi de acısını duymazlardı.Yusuf aleyhisselam güzel ahlâk sâhibi olup, Mısır Azîzinin hakkını gözeterek Züleyhâ’nın tekliflerini reddetti ve iyilik gördüğü kimseye ihânet etmedi. Hiçbir menfâat ve zarar onun doğruyu söylemesine mâni olamadı. Allahü teâlâ onu Kur’ân-ı kerîmde “Sıddîk= Çok doğru sözlü” olarak medh etti. Kendisine hıyânet ve zulmedenleri affediciydi. İnsanların rüyâlarını doğru olarak tâbir ederdi. İnsanlara hizmet eder ve onların ihtiyaçlarını tedârik ederdi. Yusuf aleyhisselam iffet sâhibi, olup iffetini korumakta gayretliydi. Mısır kadınları ile arasında geçen hâdise aleyhisselamın üç çeşit mucizesi vardı1. Hazret-i Yusuf’un konuşması pek şirin, çok tatlı olduğu için, herkesin kalbi ona meylederdi. Onun tatlı sözleri karşısında îmân eden Hazret-i Yusuf’un yüzü güneş gibi nûrluydu. Hattâ bir kimse yüzüne bakmak istese, hemen gözlerini çevirmeye mecbur olurdu. Bu nûrun tesiriyle, yâni başkasına sirâyetiyle huzûruna getirilen âmânın hemen gözleri görmeye Yusuf aleyhisselamın duası bereketiyle ağaçların yapraklarından güzel kumaş olmuştu. Huzûruna bir büyük kişi gelmiş, şu gördüğümüz ağaçların yaprakları birbiriyle birleşip güzel kumaş olsun, diye mucize teklifinde bulunmuştu. Hazret-i Yusuf öyle dua edince, kıymet biçilmez bir kumaş aleyhisselamın hayâtı, başından geçenler ve hikmetleri Kur’ân-ı kerîmde Ahsen-ül-Kasas kıssaların en güzeli diye medh edilen Yusuf sûresinde bildirilmiştir. Bu sûrede Yusuf aleyhisselamın başına gelenlerle, kavuştuğu ihsânlardan bahsedilir. Hasedin noksanlık ve Allahü teâlânın yardımından mahrum kalmaya, sabrın ise sıkıntı ve gamlardan kurtulmaya sebep olduğu; Yakub aleyhisselamın sabrettiği için maksâdına kavuştuğu; Yusuf aleyhisselamın sabrı ve doğruluğu anlatılmaktadır.
Vefa nedir? Vefakâr nedir? Peygamber Efendimiz’in hayatından vefa örnekleri...Vefâ, görülen iyilikleri unutmamak, iyilikte bulunanlara misliyle veya daha güzeliyle karşılık vermeye devam etmektir. Vefâ, dostluğun kaynağı, muhabbetin ilk durağı ve güvenin en mühim mesnedidir. Tam ve kâmil bir îmânın ve Allah’a teslîmiyetin nişânesidir. Bu ahlâka sâhip olanlara vefâkâr denir. Vefakârlığın zıddı, nankörlük olup iyiliğin kadrini bilmemek veya ona kötülükle karşılık vermektir. Kalbî kıvâmın zirvesini gösteren vefâkarlığın temelinde samîmiyet, sadâkat ve tevâzû gibi ahlâkî hasletler bulunmaktadır. Şâirin “Dâvâ kapısını bırak da vefâ dergâhına gel!” çağrısından da anlaşılacağı gibi vefâ engin bir deryâ, bulunmaz bir dergâhtır. O dergâha giren herkes huzûr bulur ve oradan memnûn ayrılır. En büyük vefâkarlık, insanın Yaratanı’nı tanıması, kulluk vazîfesini yerine getirmesi ve O’nun verdiği nimetlerin kıymetini bilmesidir. En büyük nankörlük de kulun, Rabbi’ni inkâr etmesi, O’nun yüceliğini tanımamasıdır. PEYGAMBERİMİZİN VEFA ÖRNEKLERİ Vefânın zirvesini teşkil edecek en güzel misalleri Sevgili Peygamberimiz’in hayâtında müşâhede etmekteyiz. Resûlullah; “Ben babam İbrahim’in duası, kardeşim İsa’nın müjdesi ve annem Âmine’nin rüyâsıyım.” [2] Hâkim, II, 453 buyurmak sûretiyle hem Hz. İbrahim’i hem Hz. İsa’yı hem de annesini minnetle anmış, onlara karşı gereken vefâkârlığı göstermiştir. Bununla da kalmayıp kıyamete kadar gelecek olan ümmetine, Hz. İbrahim’in duasına mukâbelede bulunmalarını sünnet kılmıştır. Namazlarda okunan “Salli-Bârik” duasında, Âl-i Muhammed’in ardından Âl-i İbrahim’in zikredilmesi, işte bu çok zarif ve hassas olan vefâ duygusunun bir eseridir. Peygamberimizi Ağlatan Hatıra Sevgili Peygamberimiz’in vefâkâr bir evlat olduğunu gösteren diğer bir hâdise de Hudeybiye Umresi için Mekke’ye giderken vukû bulmuştur. Yolculuk esnâsında Ebvâ’ya uğramışlardı. Resûlullah Cenâb-ı Allah’tan izin isteyerek annesinin kabrini ziyaret etti. Ziyâret esnâsında kabrini eliyle düzeltti ve teessüründen ağladı. O’nun ağladığını gören Müslümanlar da ağladılar. Daha sonra niçin böyle yaptığını soranlara Sevgili Peygamberimiz; “Annemin bana olan şefkât ve merhametini hatırladım da onun için ağladım.” buyurdu. İbn-i Sa’d, I, 116-117. Ayrıca bkz. Müslim, Cenâiz, 105-108 Peygamberimizi Büyüten Hanım Peygamber Efendimiz kendisini şefkât ve merhametle büyüten annesini küçük yaşta kaybedip öksüz ve yetim kaldığında onu önce dedesi, daha sonra da amcası Ebû Tâlib yanına almıştı. Bu sıralarda amcasının hanımı Fâtıma hatun, Sevgili Peygamberimiz’e çok iyi bakmış, onu kendi çocuklarından hiç ayırmamış hatta daha da üstün tutmuştu. Müslüman olarak Medine’ye hicret eden bu hanım vefât ettiğinde Resûlullah; “Annem öldü!” demiş, onu gömleği ile kefenlemiş, daha sonra da kabre alışması için oraya bir müddet uzanmıştı. “Yâ Resûlallâh! Herhâlde Fâtımâ’nın ölümüne çok üzüldünüz!?” denildiğinde ise “O benim annemdi. Kendi çocukları aç dururken önce benim karnımı doyurur, kendi çocuklarının üstü başı toz toprak içinde dağınık dururken, o önce benim başımı tarar ve gülyağı sürerdi. O benim annemdi.” buyurmuştur. Ya’kubî, II, 14 Peygamberimizin Amcası Ebu Talib’e Vefası Peygamber Efendimiz, amcası Ebû Tâlib’in Müslüman olmasını çok istemişti. Bunun için defâlarca uğraştı. Hele vefâtı esnâsında başı ucunda gösterdiği gayret dillere destandır. İslâm’a bunca faydası dokunan bir kimsenin, îmân şerefine nâil olamaması onu çok üzüyordu. Ebû Tâlib vefât ettiğinde Hazret-i Ali, Efendimiz’e gelerek; “Dalâlet içindeki ihtiyar amcan müşrik olarak öldü!” dedi. Bu haber üzerine çok üzülen Resûl-i Ekrem Efendimiz ağlamaya başladı. Daha sonra da; “Git onu yıka ve göm!” buyurdu. Nesâî, Cenâiz, 84; Diyarbekrî, I, 301 O’nun bu üzüntüsü İslâm’ı yayma gayreti ile birlikte amcasına karşı olan vefâ duygusundan kaynaklanmaktaydı. Peygamberimizin Süt Annesine Vefası Fahr-i Kâinât Efendimiz, üzerinde emeği olan hiç kimseyi unutmamış, hayâtı boyunca onlara hep vefâ göstermiştir. Özellikle Hatîce vâlidemizin arkasından gösterdiği vefâkârlık eşine rastlanmayacak boyutlardaydı. Kendisine bir hafta süt emziren dadısı Ümmü Eymen, sütannesi Halime Hâtun, sütkardeşi Şeymâ da onun vefâkârlığından nasîbdâr olan şanslı kimselerdendir. Peygamberimiz onlara son derece hürmet göstermiş ve ihtiyaçlarının karşılanması için elinden geleni yapmıştır. İbn-i Sa’d, I, 113-114 Peygamberimizin Süt Kardeşine Vefası Hevâzin Gazvesi’nde esirler arasında gördüğü sütkardeşi Şeymâ’yı hemen tanımış, ona ve diğer yakınlarına kıymetli hediyeler vererek memleketlerine göndermiştir. Sevgili Peygamberimiz, sırf bölgelerinde dört yıl kaldığı için, bu savaş sonunda Hevâzinli süt teyzeleri, süt halaları hatırına ganimetleri geri vermeyi bile düşünmüştü. Ancak Hevâzinliler müracaatta gecikince, ordudaki bedevilerin de ısrarıyla Ci’râne’de toplanmış olan ganimetleri, taksim etmek zorunda kalmıştı. Daha sonra Hevâzinlilerin vâkî olan talepleri üzerine kendisine ve Abdulmuttalib oğullarının hisselerine düşen esirleri serbest bırakınca, ashâb-ı kirâm da hisselerine düşen esirleri serbest bırakmış ve fidye ödemeksizin salıvermişlerdi. İbn-i Hişâm, IV, 135 Efendimiz’in süt akrabalarına gösterdiği vefâ sâyesinde, binlerce kişi hürriyetine kavuşmuş ve bu âlicenaplığın gönüllerine verdiği rikkatle hakîkate gözlerini açmışlardır. Peygamberimizin Müşrike Bile Uzanan Vefâ Duygusu Risâlet geldiğinden itibaren Efendimiz bütün çile ve ızdıraplara katlanarak İslâm’ı anlatmaya ve yaymaya devâm ediyordu. Tâif dönüşünde düşmanları onu Mekke’ye almak istememişlerdi. Resûl-i Ekrem Efendimiz sıra ile birçok ileri gelen Mekkelinin himayesini istemiş fakat hepsi reddetmişti. Bu teklifi sâdece Mut’im bin Adiyy kabul etti ve oğullarını silâhlandırıp Peygamber Efendimiz’i himâye ederek şehre girmesine yardımcı oldu. Aradan yıllar geçti. Mut’im, Bedir savaşında Kureyşli müşriklerle birlikte Müslümanlara karşı savaştı ve öldürüldü. Peygamberimiz’in şâirlerinden Hassan bin Sâbit, bu zatın ölümünün ardından bir mersiye söyleyerek, vaktiyle Efendimiz’i himâye ettiğinden bahsetmiş ve onu hayırla yâdetmişti. Nebiyy-i Muhterem Efendimiz kendi adına gösterilen bu vefâkarlıktan, ziyâdesiyle memnûn oldular. Daha sonra düşman esirlerine ne yapılacağı tartışılırken “Şayet Mut’im bin Adiyy hayatta olup da benden esirlerin bağışlanmasını isteseydi, fidye almadan hepsini serbest bırakırdım.” buyurarak ona olan vefâsını göstermiştir. Buhârî, Humus, 16; İbn-i Hişâm, I, 404-406 İslâm’ı tebliğ ederken kendisine kolaylık gösteren bir müşrike bile uzanan bu vefâ duygusu, ne yüce bir ahlâk nümûnesidir. Peygamberimizin Duasına Mahzar Olan Gençler Allah Resûlü hac mevsimlerinde ve panayırlarda İslâm’ı yaymaya çalışır, pek çok sıkıntı, zorluk ve işkencelerle karşılaşırdı. Birçok kabileyi olduğu gibi Âmir bin Sa’saa oğullarını da İslâm’a dâvet etmişti. Yanlarından kalkıp devesine bindiğinde, içlerinden Beyhara isimli müşrik, devenin göğsüne ansızın dürttü. Deve sıçrayıp kalkarken Sevgili Peygamberimiz’i yere düşürdü. Dubâa bint-i Âmir isminde Müslüman bir kadın Efendimiz’e yapılan bu hakâreti görür görmez; “Ey Âmir hânedânı! Gözünüzün önünde Allah’ın Resûlü’ne yapılan şu eziyeti görüp de içinizden onu hatırım için koruyacak kimse yok mudur?” dedi. Amca oğullarından üç kişi hemen kalkıp Beyhara alçağının üzerine yürüdüler. Bu olaydan sonra Efendimiz vefâkârlığının bir gereği olarak bunlar hakkında “Ey Allahım! Şunlara bereketini ihsân et!” diye duâ etti. Bu duâ bereketi ile Allah Teâlâ onlara îmân nasîb etti ve nihâyetinde şehidlik mertebesine nâil oldular. İbn-i Hacer, el-İsâbe, IV, 353 Onun vefâsı herkese şâmildi. Ancak, her şeyden aziz tuttuğu İslâm dâvasında en küçük bir vazîfe alan kimselere karşı, daha husûsî bir teveccüh gösterir ve muhabbet beslerdi. Mescid-i Nebevî’yi temizleyen zenci bir kimse vardı. Efendimiz onu bir ara göremedi. Merak ederek nerede olduğunu sordu. Öldüğünü söylediler. Bunun üzerine Vefâ Âbidesi Efendimiz; “Bana haber vermeniz gerekmez miydi?” buyurdu. Daha sonra; “Bana kabrini gösterin!” diyerek kabrine gidip cenâze namazı kıldı ve ona dua etti. Buhari, Cenâiz, 67 Peygamberimizin Amcası Hz. Hamza’ya Vefası Fahr-i Âlem Efendimiz aynı şekilde Allah yolunda cihad edip şehit düşenleri de asla unutmaz, onların geride kalan yetimlerinin yetiştirilmesi, hayata hazırlanması ve dul kalan hanımlarının ihtiyaçlarının karşılanması husûsunda, şahsen büyük çaba gösterir ve ashâbını da buna teşvik ederdi. Buna dair yaşanmış birçok olay arasından iki tanesi şöyledir Peygamber Efendimiz Hudeybiye Umresi’nden dönerken, Uhud savaşında şehid düşen Hz. Hamza’nın küçük kızı Ümâme arkasından; “Amcacığım, beni kime bırakıp gidiyorsun?” diye seslenmişti. Bunun üzerine Efendimiz, onu yanına alarak Medine’ye getirdi. Ümâme’ye kimin bakacağını sorduğunda aynı anda üç kişi buna tâlip oldu. Bunlardan birincisi Zeyd bin Hârise olup Resûl-i Ekrem onu hicretten sonra Hz. Hamza ile kardeş yapmıştı. İkincisi Hz. Ali olup Ümame’nin amcası sayılırdı. Üçüncü şahıs da Ca’fer bin Ebî Talib olup Ümame’ye yakınlığı Ali gibi idi. Ancak bir farkla ki Hz. Ca’fer’in zevcesi, Ümame’nin teyzesi idi. Nebiyy-i Muhterem bir şehit yavrusuna gösterilen bu alâkadan son derece duygulandı. Demek ki ashâb-ı kirâm Resûlullah’ın vefâ mektebinde yeterli dersi alabilmiş ve bu konudaki nebevî ahlâkı kazanmıştı. Allah Resûlü “– Ey Zeyd! Sen Allah ve Resûlü’nün dostusun. Ey Ali! Sen de benim kardeşim ve dostumsun. Ey Ca’fer! Sen de bana yaratılışça ve huyca en çok benzeyensin!” diyerek üçüne de ayrı ayrı iltifat etti ve teyzesiyle evli bulunması sebebiyle Ümame’yi gözetip yetiştirmeye Hz. Ca’fer’i daha uygun buldu. Daha sonra Peygamber Efendimiz her safhada Ümame ile ilgilendi ve zamanı gelince onu Hz. Ümmü Seleme’nin oğlu Seleme ile evlendirdi. Buhârî, Megâzî, 43; İbn-i Sa’d, VIII, 159 Mûte muharebesinde diğerleriyle birlikte en başta üç kumandan; Zeyd bin Hârise, Ca’fer bin Ebî Talib ve Abdullah bin Revâha peşpeşe şehit düşmüşlerdi. Savaş sonunda İslâm ordusu Medine’ye döndüğünde şehitlerin ardından Resûlullah ve Müslümanlar gözyaşı döktüler. Bu esnâda Peygamber Efendimiz’in Müslümanları dövünerek ve feryat ederek ağlamaktan men ettiği görüldü. Bunun yerine şehit evlerine yemek götürmelerini istedi. Bilhassa geri kalan yetimlerin himayesi ile yakînen ilgilenilmesini tenbih etti. Bu konuda bizzat ashâbına örnek oldu, Hz. Ca’fer’in ailesine başsağlığı dileyerek tesellîde bulundu ve üç gün süreyle evlerine yemek gönderdi. O günden itibaren çocuklarını da himayesine aldı. İbn-i Hişam, III, 436 Resûlullah sâdece kendisine yapılan iyiliklere karşı vefâkâr değildi; aynı zamanda getirdiği hak dîne ve ashâbına yardımı dokunan herkese, ömrünün sonuna kadar minnettâr kalmış, fırsat düştükçe vefâkârlığını göstermiştir. Peygamberimizin Habeşistanlılara Vefası Habeşistan hicretinin üzerinden yıllar geçmişti. Bir defasında Habeşistan hükümdarının elçileri, Resûl-i Ekrem’in huzûruna geldiler. Hz. Peygamber bunlarla yakînen ilgilendi, hatta onlara bizzat hizmet etti. Ashâbın bu hizmeti kendilerinin yapabileceğini söylemeleri üzerine, Peygamber Efendimiz’in verdiği cevap çok anlamlıdır; “Bunlar Habeşistan’a göç etmiş olan ashâbıma yer göstermiş, ikrâm etmişlerdir. Buna karşılık şimdi ben de onlara hizmet etmek isterim.” Beyhakî, Şuabu’l-îmân, VI, 518; VII, 436 Habeşistanlılara karşı vefâkârlığına devâm eden Peygamberimiz, arada deniz bulunduğu ve karadan da günlerce gidilecek mesâfe olduğu hâlde Necâşî’nin vefâtını hemen o gün ashâbına haber verdi ve “– Uzak bir beldede ölen kardeşinizin cenâze namazını kılınız!” buyurdu. Sahâbîler; “Yâ Resûlallâh! Kimdir o?” diye sorduklarında, Efendimiz “– Necâşî Ashama’dır! Bugün Allah’ın sâlih kulu Ashama öldü! Kardeşiniz için Allah’tan mağfiret dileyiniz!” buyurdu ve cenâze namazını kıldırdı. Müslim, Cenâiz, 62-68; İbn-i Hanbel, IV, 7 Peygamberimizin Şehitlere Olan Vefası Resûlullah, son hastalığında rahatsızlığı iyice artınca, ashâbıyla görüşmek için mescide gelmişti. Mescid Müslümanlarla dolup taşıyordu. Allah’ın Sevgili Resûlü, İslâm’ı tebliğ etmiş ve insanların bir çoğuna hidâyeti ulaştırmıştı. Bunun semeresi olan bu kalabalık cemaat, o Aziz İnsan’ı çok sevindirmişti. Artık gözü arkada kalmayacaktı. Ancak dâvâsı bu hâle gelinceye kadar malı ve canı ile cihâd eden, şehid olan ve orada olmayan ashâbı da vardı. Efendimiz onları hiçbir zaman unutmamış ve gönlünden çıkarmamıştı. Zaman zaman Cennetü’l-Bakî’ye, zaman zaman da diğer şehidliklere giderek onlara duâ ediyordu. İşte bu son konuşmasında da kalabalık bir cemaatin “âmin” sadâları arasında bir vefâ olarak onları hayırla yâd edecekti. Hâdiseyi anlatan sahâbî şöyle diyor “Peygamber Efendimiz, kelime-i şehâdet getirdikten sonra Ey insanlar! Size olan nimetinden dolayı O Allah’a hamd ederim ki kendisinden başka hiçbir ilah yoktur!» diye hamd ü senâda bulundu. Her zaman yaptığı gibi Uhud günü şehit düşen Müslümanlar için de Allah’tan mağfiret diledi. İbn-i Sa’d, II, 228, 251 Bu ne vefâ yâ Rabbî! Yılların eskitemediği, acıların, sıkıntıların ve gâilelerin unutturamadığı, bollukla zayıflamayan, rahatlık ve saltanatla yok olmayan ne muazzam bir vefâ! Peygamberimizin Ensara Olan Vefası Daha sonra Ensâr’a olan vefâsını göstererek şöyle buyurdular “Ey insanlar! İnsanlar çoğalıyor ancak Ensâr azalıyor. Hatta yemekteki tuz kadar azalacaklar. İçinizden her kim, bir kimseye zarar ya da fayda vermeye muktedir olabileceği bir işin başına gelirse, Ensâr’ın iyilerine iyilikle muâmele etsin, kötülük yapanlarını da affetsin.” Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 11 “Sizlere Ensâr’a iyi muâmele etmenizi tavsiye ederim. Onlar benim cemaatim, sırdaşlarım ve eminlerimdir. Üzerlerine düşen görevleri hakkıyla yapmışlardır. Hizmetlerinin karşılığı ise henüz tam olarak ödenmemiştir. Âhirette fazlasıyla ödenecektir. Bu sebeple onların iyilerinin yaptığını kabul edin, kötülerinin yaptıklarından ise vazgeçiverin.” Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 11 Efendimiz bundan sonra minbere bir daha çıkmadı. Kendisine İslâm dâvâsında en çok yardım eden Ensârı’nı, ümmetine emânet ettikten sonra vazîfesini yapmış olmanın rahat ve huzûru içinde Yüce Rabbi’ne kavuştu. İslâm’a gönüllerini ve kapılarını açan bu kahraman insanlara karşı Efendimiz’in vefâkarâne davranışları sayılamayacak kadar çoktur. Mekke fethedildiğinde Ensâr; “Artık bizi terk eder, Mekke’de kalır.” diye üzülürlerken O, Ensâr’ı tercih etmiş ve onlarla birlikte Medîne’ye geri dönmüştü. Peygamber Efendimiz Muhâcirlerin yaptıkları fedâkârlıkları da zaman zaman yâdetmiş ve onları methetmiştir. Ancak onların içerisinde Ebûbekir’in ayrı bir yeri vardır. Ona olan minnettarlığını ise şöyle ifâde eder; “Bize iyiliği dokunan herkese bunun karşılığını ayniyle veya daha fazlasıyla ödemişizdir. Ancak Ebûbekir müstesnâ!. Onun o kadar çok iyiliği olmuştur ki karşılığını kıyâmet günü Allah verecektir. Bana Ebûbekir’in malı kadar kimsenin malı faydalı olmamıştır. Eğer kendime bir dost edinseydim, mutlaka Ebûbekir’i edinirdim. Kendini kasdederek Haberiniz olsun, arkadaşınız Allah Teâlâ’nın dostudur.” Tirmizî, Menâkıb, 15 Vefâyı Efendimiz’den öğrenen ashâb-ı kirâm da gönülleri coşturacak, gözleri yaşartacak vefâ örnekleri sergilemişlerdir. Ebûbekir halîfe olunca, Peygamberimiz’in kime bir va’di varsa gelip alması için nidâ ettirmiş ve Bahreyn’den gelen mallardan onları ödemiştir. Hz. Ali’nin Peygamberimize Olan Vefası Hz. Ali de Efendimiz’in vefâtından sonra; “Resûlullah’ın kime bir va’di veya borcu varsa bana gelsin!” diyerek nidâ ettirdi. Sağ olduğu müddetce her yıl adam gönderip kurban kesim günü Mina’da böylece nidâ ettirmeye devâm etti. Böyle bir taleple gelenlere istediklerini verdi. Hz. Ali’den sonra vefâtına kadar Hz. Hasan, ondan sonra da şehâdetine kadar Hz. Hüseyin böyle yaptı. İbn-i Sa’d, II, 318; Buhârî, Kefâle, 3 Cenâb-ı Hak böyle vefâkâr kullarının gönüllerini hoş eder ve özlerini saflaştırır. Onlara verdiği şeyler yok olup gittiğinde tekrar yenisini verir. Mevlânâ Hazretleri şöyle der “Vefâlı kimseler bu vefâyı bütün âleme yaymış ve vefâ örnekleri göstermişlerdir. Denizler de onların buyruklarına uymuştur. Dağlar da, dört unsur[3] da onlara kul, köle kesilmiştir.” Mesnevî, c. V, beyt 1192-1193 [1] Resûl-i zî-şân Efendimiz ahlâken ve hilkaten son derece güzel ve Hak katında kıymetli idi. O, o kadar vefâkardı ki âdetâ “vefâ”nın tâ kendisi olmuştu. [2] İbrahim Peygamberimiz için; “Rabbimiz! İçlerinden onlara senin âyetlerini okuyan, Kitâb’ı ve hikmeti öğreten, onları her türlü kötülükten temizleyen bir Peygamber gönder!” el-Bakara 2/129 âyetinde belirtilen mübarek ve samîmî duasını yapmıştı. Îsâ kendisinden sonra Ahmed isminde bir Resûlün geleceğini müjdelemişti. es-Saf 61/6 Âmine vâlidemiz ise rüyâsında kendisinden bir nûr çıktığını ve bütün dünyayı aydınlattığını görmüştü. İbn-i Sa’d, I, 102 [3] Bunlar, yaratılışın temel dört maddesini oluşturan hava, su, toprak ve ateştir. Kaynak Üsve-i Hasene, Erkam Yayınları İslam ve İhsan
Oluşturulma Tarihi Mayıs 11, 2020 1400Peygamberimiz Hz. Muhammed'in hayatı Mekke ve Medine dönemi olarak ikiye ayrılıyor. Evlendiği hanımlar başta olmak üzere tüm hayatı Hicret Öncesi ve Sonrası olarak ikiye ayrılmaktadır. İşte diğer merak edilen tüm Muhammed 40 yaşında peygamberliğini ilan edip tebliğ görevini başlamadan önce ticaret ile uğraşıyordu. İlk hanımı Hz. Hatice ile kendisi 25 yaşındayken evlenmiştir. Bu evlilikten ikisi erkek dördü kız olmak üzere altı çocukları olmuştur. Hz. Muhammed hicret öncesinde sadece iki evlilik gerçekleşmiştir. Geri kalan evliliklerin sayısı ise bazı kaynaklara göre farklılık göstermektedir. Kaynakların çoğunda peygamberimizin 10 ile 15 arası hanımı olduğunu doğrular niteliktedir. Hz. Muhammed'in Hanımları Kimlerdir? Hz. Muhammed'in yaşadığı dönemde 571 - 632 ve yaşadığı topraklarda Arabistan Yarımadası çok eşlilik köklü bir geleneğe sahiptir. Peygamberimizin çoğu evliliği ise savaş döneminde gerçekleşmiştir. Hanımları himayesi altına alıp güvende tutmak isteyen son peygamber birçok kadın ile nikahlanmıştır. 1- Hz. Hatice İslam tarihinde çok önemli bir yere olan Hz. Hatice peygamberimizin ilk eşi olması dışında İslam'ı seçen ilk isimler arasında yer almaktadır. Hz. Muhammed onun vefatına kadar başka hiç kimse ile evlenmemiştir. 2- Sevde bint Zem'a Peygamberimiz Mekke döneminde sadece iki kez evlenmiştir. Hz. Hatice'nin vefatından sonra ev işlerinde yardımcı olması için dul bir kadın olan Sevde bint Zem'a ile nikah kıymıştır. 55 yaşında olan Zem'a Mekke'den Medine'ye göç esnasında da peygamberimizin ve kavminin yanında olmuştur. Peygamberimizin Eşlerinin İsimleri Hz. Muhammed peygamberliğini ilan ettikten sonra Medine'ye göç etmek zorunda bırakıldı. Kaynaklarda sayıları 9 ile 15 arasında değişen diğer evliliklerinin tamamını Medine'de gerçekleştirdi. Peygamberimiz, Bedir, Uhud ve Hendek savaşları süresince çoğu dul olan kadınları himayesi altına almak için bu hanımlarla evlenmiştir. 1- Hz. Aişe Hicret'ten sonra evlendiği ilk isimdir. Çoğu kaynakta Hz. Muhammed'in en sevdiği ve sık sık fikir danıştığı eşi olarak gösterilir. 2- Reyhane Bin Zent Peygamberimiz ilke evlendikten sonra İslam'ı seçmiştir. 3- Hz. Zeyneb Hz. Muhammed'in aynı zamanda halasının kızıdır. Peygamberimizin evlendiği diğer kadınlar Ebu Ümeyye, Hafsa Bint Ömer, Ebi Süfyan ve Mariye'dir.
Peygamber Efendimiz "aşere-i mübeşşere" olarak isimlendirilen on sahabiyi, henüz hayatta iken cennete girecekleri müjdesini vermiştir. Onlar, kendilerine tebliğ edilen İslam'ı ilk kabul eden, bu uğurda işkence gören Müslümanlardır. Allah yolunda kendi akrabalarına karşı savaşmaktan çekinmemiş, her biri Bedir Savaşı'na iştirak etmişler ve İslam'a büyük hizmetlerde bulunmuşlardır. Resulullah tarafından cennete girecekleri hayatta iken kendilerine müjdelenmiştir. İşte hayattayken cennet ile müjdelenen 10 sahabe... İlk Müslümanlardan olan ve Peygamberimizin vefatının ardından ilk halife olan Hz. Ebu Bekir, hayattayken cennetle müjdelenen on sahabiden biriydi. Fil Vak'ası'ndan üç yıl kadar sonra Mekke'de doğdu. Servetini Allah yolunda harcayıp eski elbiseler giydiği için "Zü'l-hilâl", çok şefkatli ve merhametli olduğu için "Evvâh" lakaplarıyla da anılmıştır. Ancak onun en meşhur lakabı Sıddîk'tır. "Çok samimi, çok sadık" anlamına gelen bu lakap kendisine, Miraç olayı başta olmak üzere gaybla ilgili haberleri hiç tereddütsüz kabul ettiği için bizzat Resûl-i Ekrem tarafından verilmiş ve İslâm literatüründe bununla şöhret bulmuştur. Hz. Muhammed'in peygamber olduğunu haber alınca yanına gittiği ve kendisiyle görüştükten sonra İslâmiyet'i kabul ettiğine inanılır. Buna karşılık hemen bütün kaynaklarda Ebû Bekir'in İslâmiyet'i ilk kabul eden kişi olup olmadığı konusundaki çeşitli rivayetlere yer verilmiştir. Hz. Peygamber'in onun üstünlüğünden söz ederken kendisini herkesin yalanladığı bir sırada Ebû Bekir'in inandığını ve İslâmiyet için her şeyini feda ettiğini söylemesi onun ilk Müslümanlardan olduğunu göstermektedir. Mekke döneminde İslâmiyet'in yayılmasında Hz. Ebû Bekir'in Kureyş'in ileri gelenlerinden biri olmasının büyük tesiri vardır. Hz. Peygamber'in Mekkeliler'i İslâmiyet'e gizlice davet ettiği sıralarda Kureyş'in ileri gelenlerinden birçok kimse onun vasıtasıyla Müslüman olmuştur. İslam'ın ikinci halifesi Hz. Ömer, Fil Vak'ası'ndan on üç yıl kadar sonra, diğer bir rivayete göre ise Büyük Ficâr savaşından dört yıl kadar önce Mekke'de doğdu. Müslüman olmadan önceki hayatı hakkında yeterli bilgi yoktur. Babasının develerini güttüğü, içkiye ve kadına çok düşkün olduğu, iyi ata bindiği, iyi silâh kullandığı ve pehlivan yapılı olduğu belirtilmektedir. Şiire meraklı olduğu, güzel konuştuğu, okuma yazma bildiği, ensâb bilgisini öğrendiği, ticaret yaptığı, bu maksatla Suriye, Irak ve Mısır'a gittiği, Kureyş kabilesi adına elçilik görevinde bulunduğu rivayet edilir. Kureyş'in bazı ileri gelenleri gibi putperestliğe bağlı kalarak önceleri Hz. Peygamber'e ve İslâmiyet'e karşı düşmanlık gösteren, bilhassa kabilesinden Müslüman olanlara işkence yapan Ömer, Hz. Muhammed'in peygamberliğinin 6'ncı yılında Müslüman oldu. Hz. Ömer'in Müslüman oluşunun Resûl-i Ekrem'in, "Yâ rabbi! İslâmiyet'i Ömer b. Hattâb veya Amr b. Hişâm Ebû Cehil ile teyit et" duasının bir tezahürü olduğu belirtilir. Onun Müslüman oluşu ile İslam kuvvet bulmuştur. Katıldığı seriyyeler dışında Resûl-i Ekrem'in yanından hiç ayrılmayan Hz. Ömer kumandanlığını Resûlullah'ın yaptığı bütün savaşlarda, Hudeybiye Antlaşması, Umretü'l-kazâ ile Vedâ haccında bulundu. Resûl-i Ekrem'in vefatı sahabeler arasında büyük bir üzüntü ve şaşkınlık meydana getirmiş, Hz. Ömer Mescid-i Nebevî'de, "Resûlullah ölmemiştir! Allah onu muhakkak ki tekrar gönderecek ve böyle söyleyen kimselerin ellerini ve ayaklarını kestirecektir!" sözleriyle duygularını ifade etmiş, onu ve diğer sahabeleri Hz. Ebû Bekir ikna etmiştir. İlk halife Ebu Bekir'e biat etmiş ve onun önemli bir destekleyicisi olmuştur. Hz. Osman, İslam tarihinin üçüncü halifesi; hilafet sancağının Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer'den sonra gelen taşıyıcısıdır. Dört halife içinde en uzun süre halifelik yapan kişidir. Osman, Fil Vak'ası'ndan altı yıl sonra Tâif'te doğdu. Gençliğinde babasının yanında ticaretle uğraşan Osman, İslâm öncesinde Mekke'nin önemli tüccarları arasına girdi. İslâmî davetin ilk safhasında Hz. Ebû Bekir'in delâletiyle Resûlullah'ın yanına giderek Müslüman oldu ve ilk on Müslüman arasında yer aldı. Eşraftan olması dolayısıyla İslâm'ı kabul edişi Kureyş içinde yankı yaptı. Amcası Hakem bin Ebü'l-Âs onu bağlayıp dininden dönene kadar bağlarını çözmeyeceğini söyleyince şiddetle karşı koydu. Kararlılığını görüp bağlarını çözmek zorunda kalan amcasından sonra annesi de çok uğraştı, ancak onu dininden döndüremedi. Osman, Peygamber Efendimizin damadıydı. Resûl-i Ekrem'in vahiy kâtiplerinden olan Osman, Ebû Bekir zamanında onun kâtipliğini ve müşavirliğini yaptı. Onun Hz. Ömer'i halef tayin etmesi hususunda olumlu görüş belirtti. Hz. Ömer'in de danışmanları arasında yer aldı. Hz. Osman'ın halifeliği döneminde 644-656 İslâm orduları İran içlerine doğru ilerleyişini sürdürdü. Horasan'a etkili ve sürekli akınlar onun zamanında başladı ve bölgenin büyük kısmı fethedildi. İran'a yapılan seferler Bahreyn üzerinden deniz yoluyla da sürdürüldü. İran'ın güneydoğusunda Belûcistan'ın sahil bölgesine kadar ulaşıldı. İrmîniye, Gürcistan, Dağıstan ve Azerbaycan'ın fethi tamamlandı; Arrân bölgesi ve Tiflis fethedildi. Kuzey Afrika'da fetihlere devam edildi ve Akdeniz'de Bizans hâkimiyetine son verdi. İlk Müslümanlardan, Peygamber Efendimizin damadı ve Hulefâ-yi Râşidîn'in dördüncüsü olan Hz. Ali, Hicretten yaklaşık yirmi iki yıl önce Mekke'de doğdu. Mekke'de baş gösteren kıtlık üzerine Hz. Peygamber amcası Ebû Tâlib'in yükünü hafifletmek için onu himayesine almış, Hz. Ali beş yaşından itibaren hicrete kadar onun yanında büyümüştür. Hz. Muhammed'in peygamberliğine ilk iman edenlerdendir. Hz. Ali Bedir, Uhud, Hendek ve Hayber başta olmak üzere hemen hemen bütün gazve ve seriyyelere katılmış, bu savaşlarda Resûl-i Ekrem'in sancaktarlığını yapmış ve daha sonraları menkıbevî bir üslûpla rivayet edilen büyük kahramanlıklar göstermiştir. Uhud'da ve Huneyn'de çeşitli yerlerinden yara almasına rağmen Hz. Peygamber'i bütün gücüyle korumuş, Hayber'de ağır bir demir kapıyı kalkan olarak kullanmış ve bu seferin zaferle sonuçlanarak Yahudilere galebe çalınmasında büyük payı olmuştur. Fedek'te Benî Sa'd'a karşı gönderilen seriyyeyi ve Yemen'e yapılan seferi sevk ve idare etmiştir. Hz. Ali, Hz. Peygamber'e kâtiplik ve vahiy kâtipliği yapmış, Hudeybiye Antlaşması'nı da o yazmıştır. Evs, Hazrec ve Tay kabilelerinin taptıkları putlarla Mekke'nin fethinden sonra Kâbe'deki putları imha etme görevi ona verilmiştir. Hz. Peygamber vefat ettiğinde cenazenin yıkanması ve benzeri hizmetleri, vasiyeti üzerine Hz. Ali ile Resûlullah'ın yakın akrabasından Abbas, oğulları Fazl ve Kusem ile Üsâme b. Zeyd yapmışlardır. Kur'an ve hadis konusundaki derin ilminden dolayı hem Hz. Ebû Bekir'in hem de Ömer'in özellikle fıkhî meselelerde fikrine müracaat ettikleri bir sahâbî olmuştur. Hz. Ömer zamanında, Hz. Peygamber'in Mekke'den Medine'ye hicret ettiği günün İslâm tarihi için başlangıç kabul edilmesine dair teklif de onun tarafından yapılmış ve kabul edilmiştir. Peygamber Efendimize sav ilk iman eden ve cennetle müjdelenen on sahabiden biri olan Abdurrahman bin Avf, 571 yılında gerçekleşen Fil Vakası'ndan on yıl kadar sonra Mekke'de doğdu. Genç yaşından itibaren ticaretle uğraştı. Câhiliye devrinde de içki içmeyen ve güzel ahlâka sahip biri olarak tanınırdı. Hz. Ebû Bekir ile olan eski dostluğu, onun vasıtasıyla Müslüman olmasını sağladı. İlk sekiz Müslümandan biri olan Abdurrahman, Mekke müşriklerinin baskı ve işkenceleri yüzünden önce Habeşistan'a, sonra da Medine'ye hicret etti. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed sav ile birlikte bütün savaşlara katıldı. Uhud'da yirmiden fazla yara aldı, hatta ayağındaki yaralar sebebiyle topal kaldı. Hicret'in altıncı yılında, yani 628'de Dûmetülcendel üzerine yapılan bir seferde, Hz. Peygamber sav onu seriyye kumandanlığına getirdi ve başına sarık bağladı. Tebük Seferi sırasında imamlık ettiği bir namaza Peygamberimiz sav de iştirak etti. Böylece Ebû Bekir gibi o da Resûlullah'a sav imamlık yapmış oldu. Vefatında Peygamber Efendimizi sav kabre indiren dört sahâbîden biri Abdurrahman idi. Hz. Ebû Bekir'in halifeliği sırasında ona müsteşarlık yaptı. Nitekim Ebû Bekir, ölümünden önceki hastalığı sırasında, Ömer bin Hattâb'ı yerine halife seçme düşüncesini ilk defa ona açmıştır. Abdurrahman bin Avf, Hz. Ömer'in hilâfetinde de bu görevine devam etti. Ashâb-ı kiram halifeye arz etmekten çekindikleri meseleleri onun vasıtasıyla intikal ettirirlerdi. Ebû Ubeyde bin Cerrâh Hicretten kırk yıl önce Mekke'de doğdu. Ebû Ubeyde, Câhiliye devrinde Mekke'de okuma yazma bilen birkaç kişiden biri olduğu için Kureyşliler kendisine değer verirdi. Ebû Ubeyde, Hz. Peygamber'in İslâm'a davete başladığı ve henüz Dârülerkam'a girmediği günlerde Hz. Ebû Bekir vasıtasıyla Müslüman oldu. İslâmiyet'in yayılması için büyük çaba gösterdi ve bu sebeple Kureyşlilerin ağır baskılarına maruz kaldı. İşkenceler dayanılmaz hale gelince 616 yılında yapılan İkinci Habeşistan Hicreti'ne katıldı. Ancak bir müddet sonra Mekke'ye döndü. Daha sonra Medine'ye hicret etti. Ebû Ubeyde Medine döneminde İslâmiyet'in tebliğ edilmesinde ve idarî işlerde önemli görevler aldı. Hz. Peygamber'le birlikte bütün gazvelere iştirak etti. Bedir Gazvesi'nde düşman saflarında bulunan babasını, özellikle kendisine hücum etmesi üzerine öldürmek zorunda kaldığı ve babaları, oğulları, kardeşleri veya akrabaları da olsa müminlerin kâfirleri dost edinemeyeceğini belirten âyetin el-Mücâdile, 22 bundan dolayı nâzil olduğu rivayet edilir. Uhud Gazvesi'nde de yiğitlik gösterdi; İslâm ordusu dağıldığı zaman Resûlullah'ın etrafından ayrılmayan on dört kişi arasında o da vardı. Hz. Peygamber'in vefatı üzerine aralarında Ebû Bekir ve Ömer'in de bulunduğu bazı sahâbîler Ebû Ubeyde'ye halife olarak biat etmek istediler. Fakat Ebû Ubeyde, bu göreve Hz. Ebû Bekir'in lâyık olduğunu söyleyerek teklifi kabul etmedi. Hz. Ebû Bekir devrinde ilk zamanlar devletin maliye işlerini yürüttü. Daha sonra Suriye bölgesine gönderilen ordulardan birine kumandan tayin edildi. Hz. Ömer tarafından Hâlid b. Velîd'in yerine bu bölgedeki orduların başkumandanlığına getirildi. Talha bin Ubeydullah ilk Müslümanlardan biridir. Nesebi Hz. Peygamber ile Mürre'de, Hz. Ebû Bekir ile Amr bin Kâ'b'da birleşir. İslam öncesi Mekke'nin önemli tüccarlarından biri olan Talha, ticaret için bulunduğu Busrâ'da karşılaştığı bir rahipten Hz. Muhammed'in peygamberliğini öğrenince hemen Mekke'ye döndü ve Hz. Ebû Bekir vasıtasıyla İslamiyet'i kabul edip ilk Müslümanlar arasında yer aldı. Vahiy kâtipliği de yapan Talha, hem cennetle müjdelenen on sahâbîden hem de Resûlullah'ın havârisi diye bilinen on iki kişiden biridir. Müslüman olduğu günlerde Hz. Ebû Bekir ile aynı ipe bağlanarak işkence gördüğünden her ikisi "Karîneyn" yakın dost diye anılır. Suriye'de bulunduğu dönemde gerçekleşen Habeşistan hicretine katılamadı. Resul-i Ekrem Medine'ye hicret ettikten sonra Hz. Ebû Bekir'in ailesini Medine'ye o götürdü. Uhud Gazvesi'nden itibaren bütün savaşlarda yer aldı. Kahramanca savaştığı Uhud Gazvesi'nde Resûlullah'ı korurken birçok yerinden yaralandı ve eli çolak gün üzerinde iki zırh bulunduğu için Uhud kayalığına çıkamayan Resûl-i Ekrem Talha'nın sırtına basarak oraya çıktı bu sebeple de "Talha'ya -cennet- vâcip oldu" buyurdu. Peygamberimize ilk iman edenlerden ve cennetle müjdelenen on sahâbîden biri olan Zübeyr bin Avvam, 595'te Mekke'de doğdu. Babası Hz. Hatice'nin kardeşi Avvâm bin Huveylid, annesi Resûl-i Ekrem'in halası Safiyye bint Abdülmuttalib'dir. Zübeyr bin Avvâm çocukluğunun büyük bir kısmını Resûlullah'ın çocuklarıyla birlikte geçirdi. Zübeyr'in putlara hiç tapmadığı, Câhiliye inanışlarına meyletmediği, İslâm'a davetin ilk günlerinde 16 yaşında iken dört, beş veya yedinci Müslüman olarak İslâmiyet'i kabul ettiği, bunda Hz. Ebû Bekir'in etkisinin bulunduğu nakledilir. Müslümanlığı kabul etmesine önce amcası Nevfel b. Huveylid karşı çıktı; İslâm'dan vazgeçmediği takdirde kendisine şiddet uygulayacağına dair yemin etti; bir sonuç alamayınca onu bir hasıra sardı ve tavana astı, alttan ateş yakarak dumanıyla ona işkence etti, ancak Zübeyr inancından vazgeçmedi. Oğluna eziyet edildiğini öğrenen annesi Safiyye onu Nevfel'in elinden kurtardı. Ok atmayı, kılıç kullanmayı ve ata binmeyi öğrenerek yetişen Zübeyr, Mekke döneminde İslâm adına ilk kılıç çeken kişi oldu. Evinde istirahat ederken dışarıdan gelen, Hz. Peygamber'in müşrikler tarafından öldürüldüğüne dair seslerle uyanmış, hemen kılıcını kuşanıp dışarıya fırlamış, yolda Resûl-i Ekrem'le karşılaşmış, telâşının sebebini soran Resûl-i Ekrem'e durumu anlatınca onun duasını almıştı. Zübeyr, Medine'de de Resûl-i Ekrem'in yakın çevresinde yaşadı, onunla birlikte bütün savaşlarda bulundu. Bedir Gazvesi'ne katılan üç süvariden biri olup büyük yararlılıklar gösterdi. Resûlullah, Bedir'de müslümanlara yardıma gelen Cebrâil ile diğer meleklerin başlarında Zübeyr b. Avvâm'ın sarığına benzeyen sarıklar gördü. Savaşın en karışık anında Hz. Peygamber'in çevresini sarıp onu müşriklere karşı koruyanlardan biri de Zübeyr'dir. Cennetle müjdelenen on sahabiden biri olan Sa'd bin Ebu Vakkas, 592 yılında Mekke'de dünyaya geldi. Dedesi Vüheyb bin Abdümenâf bin Zühre, Resul-i Ekrem'in sav annesinin amcası olduğu için Resulullah sav, Sa'd'a "dayı" diye hitap ederdi. 17 veya 19 yaşında iken İslamiyet'i kabul etmesi üzerine annesi dininden dönmediği sürece onunla konuşmamaya ve yemek yememeye ant içti; fakat Sa'd dininden dönmeyeceğini söyledi. İslamiyet'in ilk yıllarında Müslümanlarla alay eden bir müşriki yaraladığı için İslam uğrunda ilk kan akıtan kişi olarak anıldı. Peygamberimizden sav önce Medine'ye hicret etti. Râbiğ Seriyyesi ile Batn-ı Nahle Seriyyesi'ne katıldı ve Kureyş kervanına ilk oku o attı. Harrâr Seriyyesi'nde kumandan olarak görev yaptı. Bedir Gazvesi'nde müşrik süvari birliğinin kumandanı Saîd bin Âs'ı öldürüp kılıcını Resûl-i Ekrem'e teslim etti. Daha sonra Hz. Peygamber sav ile bütün gazvelere katıldı. Uhud Gazvesi'nde attığı her oku hedefine isabet ettirdiği için Resulullah ona atacağı okları birer birer verirken, "Anam babam sana fedâ olsun ey Sa'd, at!" diye iltifat ederdi. Birçok savaşta ve Medine'de düşman baskınından korkulduğu zamanlarda Resulullah'ın yanından ayrılmadı. Said bin Zeyd, 600 yılı civarında Mekke'de doğdu. Adî bin Kâ'b oğullarından olup soyu dedelerinden Kâ'b bin Lüey'de Hz. Peygamber'in soyu ile birleşir. Babası, İslam öncesi dönemde Hanîf dinine mensup olmakla bilinen Zeyd bin Amr bin Nüfeyl, annesi Huzâa kabilesinden Fâtıma bint Ba'ce'dir. Babasının putlara tapmadığı, müşriklerin kestiği hayvanların etinden yemediği, Cahiliye âdetlerine değer vermediği ve kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesine şiddetle karşı çıktığı göz önüne alınırsa Saîd'in aile ortamında bu inançları benimseyen bir kişi olarak yetiştiği söylenebilir. Kaynaklarda babasının ona Allah'ın birliğine iman etmesi konusunda telkinde bulunduğu zikredilir. Çok genç yaşta İslam'ı kabul eden Saîd bin Zeyd'in 12'nci veya 13'ncü Müslüman olduğu nakledilir. Resûl-i Ekrem tarafından cennetle müjdelenen on sahabi arasında yer amcasının kızı ve Ömer'in kız kardeşi Fâtıma ile Ömer de onun kız kardeşi Âtike ile evliydi. Mekkelilerin Hz. Peygamber'i öldürme kararını uygulamak üzere harekete geçen Ömer, kız kardeşi Fâtıma'nın Müslüman olduğunu öğrenince Saîd bin Zeyd'in evine giderek onu hanımı ile birlikte tartakladı. Ancak Saîd'in sabırlı davranması ve sorulan sorulara inandırıcı cevaplar vermesi üzerine Ömer onları bıraktı ve okunan Kur'an'ı dinledikten sonra iman etmeye karar verdi. Saîd müşriklerden çok eziyet gördü ve hanımıyla birlikte Medine'ye hicret etti. Uhud ve Hendek gazveleri, Hudeybiye Antlaşması, Mekke'nin fethi, Huneyn ve Tebük Seferi ile Vedâ haccında bulunan Saîd, Resûl-i Ekrem'in vefatından sonra da önemli görevler üstlendi. haber7 Güncelleme Tarihi 25 Haziran 2021, 2111
peygamber efendimiz annesinin vefatından sonra kimin yanında kaldı