🕺 Viyana Da Deniz Var Mı

DRoB. İzmir’in en güzel sahili neresi?İzmir'de Denize Girilecek Yerleri Özetlemek Gerekirse Karaburun Akvaryum Plajı Çeşme Ilıca Plajı Seferihisar Akkum Plajı Urla Demircili Köyü Melengeç Plajıİzmir’de hangi deniz var?Aşırı sıcak havasıyla da oldukça popüler sayabileceğimiz İzmir'in sakinlerini şanslı kılan şey ise, Ege Denizi. 629 km uzunluğunda kıyı şeridinin her bir noktası ayrı çekiciliğe sahip şehir, havalar ısındığı gibi yerli – yabancı turistlerin akınına ücretsiz deniz var mı?İzmir plajları sakin ve huzurlu bir deniz tatili yapmak isteyenlere de doyasıya eğlenmek isteyenlere de açık. Kuzeyde Dikili, Aliağa, Foça; Yarımada Bölgesi'nde Çeşme, Urla, Karaburun, Seferihisar; güneyde ise Selçuk plajları ücretli, ücretsiz ve bakir alanlar olarak tamamen zevkinize uygun seçenek hangi deniz sıcak?Ilıca plajı sıcak suyu ile çocuklar, aileler ve yaşlılar için oldukça uygundur. Çeşme ilçe merkezinden ulaşımı oldukça kolay olan Ilıca Plajı İzmir il merkezine 80 km mesafede yer nerede denize girilir?Seferihisar gezinizde denize girmek için tercih edebileceğiniz ve her biri mavi bayraklı olan plajlar arasında; Akarca Plajı, Akkum Plajı, Gemi Suyu Mevkii Halk Plajı, Ürkmez Sağlık Ocağı Plajı, Ömür Beldesi Halk Plajı ve Seferihisar'da bir kamp alanı olan Teos Ormancı Tatil Köyü önünde bulunan plaj yer denizi neden siyah?Aliağa ilçesinde, dün gece, denizde kaynağı henüz belirlenemeyen ham petrol sızıntısı meydana geldi. Deniz yüzeyini kaplayan petrol, rüzgar ile dalgaların etkisiyle Yeni Foça sahiline kadar ulaştı. Kıyıya da vuran petrol tabakası, kirliliğe neden mağara var mıdır?İzmir merkez ilçeye bağlı Yelki köyü batısındaki Kocadağın doğu yamacında yer alan İnkaya mağarasına, Yelki Köyü'nden mağaranın yakınına kadar arazi taşıtı veya traktörle gidilebilir. Sonra dik ve makilik bir yamaçtan 20 dakika yürünerek mağaraya ulaşılabilir. canım shaman'ımın şu anda yaşadıı yer.... bi gelse artık yaf... özletti kendisini... bu arada şehir bazında ele alırsak ufak, şirin ama zalak avrupa kentçiği... buyuk beklentilerle gidildiginde hayal kırıklıgına ugramaya sebep olabilecek ragmen opera ve kitapcilariyla gidilesi yer. gurbetci diskolarının fazlaligi ve yunan restorantlarının pisligiyle sonunun berlin gibi olmasindan korktugum baskent. dünyada refah düzeyi en yüksek olarak ilan edilen şehir. ortalama gelir seviyesinin yüksekliği yanında çok da pahalı olması ile tanınan şehir medeniyet diyarının beşiği mozart'ı yaşadığı sürece tanımayıp öldükten sonra etinden sütünden faydalanan avusturya'nın başkenti. viyana bir depresyon şehridir. tuna kanalı kıyısında yapacağınız yürüyüşlerden sonra hayata azıcık olsa da bağlanabilirsiniz. 20 şilin'e dilim pizza yiyebilirsiniz. en ucuz sigara hobby'dir avusturya'da, sigara otomatlarından sigara alırsınız. paranız yoktur pek, hobby alınır haliyle. maria hilfer strasse'de abuk sabuk dükkanlardan alışveriş yapabilirsiniz. o caddenin en iyi yanı virgin records mağazasıdır. cdleri yüklenip, ordaki iyi çocuklara çaldırırsınız, hiç birini de almak zorunda değilsinizdir. metro istasyonlarında evsizler vardır, sigara isterler, onlara verirsiniz. stephansdome'a gidip zevkine mum yakıp, huşu içinde, günlük ağacı tütsüleriyle buhar banyosu alabilirsiniz. ama başka hiç bir şey yoktur orda. sergiler, konserler, kültürel her bir şey acaip pahalıdır. kahve de çok pahalıdır. şöyle diyeyim, viyana'da hiç melange içmedim ama istanbul'da içtim. bu şehirde beni güldüren yegane şey, iki sosisçiydi. babenberger strasse metro çıkışındaki iki büfe, belli ki aralarında çekişme var... birisi tentesine mein kunde ist könig benim müşterim kraldır... yazmış, diğeri de buna karşılık mein kunde ist kaiser benim müşterim kayzerdir, imparatordur... yazmıştı. siyah valsler yazilmistir ugrunda.. renkli resimli.. french usluplu.. avusturyanin baskenti. zamaninda ajanlarin at kosturdugu, barok mimarisi ve walsi ile ünlü olan bi shehir. semtleri 1 - 23 kadar numaralandirilmistir. avusturya'nin baskenti,balolar ünlü balo opernball olup bu yil 200. kez vuku inanilmaz pahali olmakla beraber bir süre sonra bu düzene uyum saglayip, paranizi dengeli harcayarak herseyden faydalanmayi da ögrenmeniz mümkün olabilmektedir. viyana'nin en güzel tarafi, 10-15 dakika sehir ici ulasim tasitlarindan herhangi biriyle seyahat ettikten sonra,olaganüstü mekanlara misal grinzing, kahlenberg, neuwaldegg yani dogaya kavusmak olanak dahilindedir. ayni sekilde, kent merkezi de ankara'nin kizilay'i gibi burada karlsplatz, stephansplatz, ya da schottentor gibi isimlendirilmistir her yerden ayni sürede ulasilabilesidir. oldukca kompakt bir kenttir. asagi yukari görmeye deger hersey biraraya toplanmistir. schönbrunn saray olarak cok özel önemli gelmeyebilir bize, ancak yürüme parkurlari schönbrunn hayvanat bahcesi, parki, botanik bahcesi pazar ögleden sonrasi sikilan bünyeyi bir nebze 23 bölgeye ayrilmistir. opec ve un avrupa'daki tek temsilciliklerini bu kentte konuslandirmislardir oldukca güvenli bir kenttir. 0030'dan sonra gece otobüsü barlarda saati sasirmis kitleyi sabah 430'a kadar evlerine götürmeye devam eder para ödeyen görmedim bu otobüslere. turist olarak belki de insani cok fazla titretmeyen,ancak ya$amak icin ideal kenttir viyana... huzur, refah,sosyal devlet, cafe ortamidir.... ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri takip etmek için giriş yapmalısın. 1 ay ago Read Time 2 minutes Bu doğrultudaki çalışmaların bir parçası olarak, 7 Temmuz'da, plaj görünüm kazandırılarak hizmete sunulan doğal gölet, Çaycuma halkının ilgi odağı oldu. Vatandaşlar, Filyos Irmağı'nın kıyısında oluşturulan doğal gölette deniz bisikletleri ve kanolarla su sporu yapmanın keyfini Oct 2017İçindekiler1 Zonguldak Çaycuma’da deniz var mı?2 Çaycuma nın neyi meşhur?3 Zonguldak’ta sahil var mi?4 Zonguldak’ta ne zaman denize girilir?5 Zonguldak Çaycuma nasıl bir yerdir?6 Filyosun denizi nasıl?7 Çaycuma’da ne var?8 Çaycuma ismi nereden geliyor?Zonguldak Çaycuma’da deniz var mı?Zonguldak şehir merkezinden 30 km uzaklıkta bulunan Filyos Plajı, Çaycuma ilçesi sınırları içerisinde yer almaktadır. Filyos Plajı'na ulaşım, özel araçlar ile ya da otobüsler aracılığı ile nın neyi meşhur?Çaycuma'da Mutlaka Gezilmesi Gereken YerlerFilyos Antik Kenti. Karadeniz'in Efes'i olarak tanılan bir yerdir. … Filyos Kalesi. … Kadıoğlu Mozaikleri. … Gavur Ambarı Ve Ceneviz Mezarlığı … Çayır Köyü Su Mağarası … Göldağı Tabiat Parkı … Velibaba Tepesi. … Filyos PlajıZonguldak’ta sahil var mi?Yaz aylarında bunaltıcı sıcaklardan kurtulmak ve ferah bir gün geçirmek için tercih edebileceğiniz Zonguldak plajları; Filyos Plajı, Kapuz Plajı, Kozlu Sahili, Erdemir Plajı, Değirmenağzı Plajı, Türkali Plajı, Ilıksu Plajı, Göbü Plajı ve Filyos Beach Resort olarak ne zaman denize girilir?Bakanım bu açıklaması deniz sezonunun da 28 Mayıs 2020 Perşembe günü başlayacağı anlamına geliyor. 30 Mayıs Cumartesi günü ile plajlarda yoğunluk Çaycuma nasıl bir yerdir?Çaycuma, Zonguldak içerisinde tarihini ve yeşil alanlarını koruyan önemli bir ilçedir. Çaycuma'da milattan önce inşa edilmiş ve günümüze kadar dayanan tarihi yapılar, asırlardır bozulmadan duran ve bol miktarda temiz hava barındıran doğal alanlar denizi nasıl?Çok güzel bir sahil. Denizin kuma kavuştuğu yer genellikle iri çakıllı. Filyos Belediyesi daha gayretli bi çalısma yaparsa burası tam bir turizm cenneti olur. Sahilin temizliği ile ne var?Çaycuma'da Gezilecek Yerler Çaycuma'da Gezilip Görülmesi Gereken 8 YerFilyos Kalesi. Filyos Kalesi. … Çayır Köyü Su Mağarası Çayır Köyü Su Mağarası … Tios Antik Kenti Filyos Antik Kenti Tios Antik Kenti. … Göldağı Tabiat Parkı … Kadıoğlu Mozaikleri. … Filyos Kuş Cenneti. … Velibaba Tepesi. … Gâvur Ambarı ve Ceneviz MezarlığıÇaycuma ismi nereden geliyor?Cuma günleri Filyos Çayı kenarında pazarın kurulmasıyla pazara gelen halkın zamanla "Çay'a,Cuma'ya gidiyorum" biçimindeki söyleyişi bir süre sonra "Çaycuma" olarak kullanılmaya başlamıştır. admin Avusturya'nın başkenti Viyana'da Türk sanatsever-girişimci Ali Can Güzel tarafından kurulan Culture Meeting Point, 25 yıldır hem Viyana'nın kültür-sanat yaşamına, hem de Avusturya-Türkiye kültürel ilişkilerine katkıda bulunuyor. Avusturya yasalarınca tanınan bu kurumun kurucusu ve başkanı Ali Can Güzel, Sanattan Yansımalar'ın sorularını cevaplandırdı. Sayın Güzel, okurlarımıza kısaca kendinizi tanıtır mısınız? İstanbul’da 1968'de doğdum. Türkiye'de Çatalca Lisesi'nde okudum. Halkoyunlarına, edebiyata ve sanata ilgim lise yıllarında güçlendi. Üniversite sınavından sonra Marmara Güzel Sanatlar Fakültesi ile İTÜ TMDK Halkoyunları Bölümü arasında bir süre kararsız kaldım, sonunda İTÜ TMDK Halkoyunları Bölümü' ne kaydımı yaptırdım. İki dönem okuduktan sonra Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesi'ne kayıt yaptırdım, orada da üç dönem okuduktan sonra Viyana Üniversitesi'nde Halk Ekonomisine daha sonra da aynı üniversitenin Orientalistik Bölümüne dört dönem devam ettim. Dışardan seminerlere ve kurslara katılarak akademik organizatörlük diploması aldım. Zamanla kurmuş olduğum dernek çalışmalarına daha fazla yoğunlaştım. Ayrıca Viyana ve çevre şehirlerdeki farklı kültür sanat derneklerinde halkoyunları eğitmenliği yaptım ve Avusturya okullarında ustalık sınıfları düzenledim. Culture Meeting Point'i ne zaman ve hangi amaçla kurdunuz? 1995' te Anadolu Kültür Sanat Derneği adı altında kurduğum kısaca AKUKU olarak tanımladığım dernekle 1999 yılında sadece Türkiye'nin değil Viyana'da yaşayan yabancı toplumlarla birlikte Avusturyalıların da içinde olduğu bir çok proje gerçekleştirdik. Dernek adını evrensel olacağını düşündüğüm Kültür Buluşma Noktası Culture Meeting Point - CMP olarak değiştirdim. Derneğin amacı Viyana'da yaşayan farklı kültürlerin birlikte haraket edebilmesi, kültür çeşitliliğinin korunarak genişletilebilmesi ve bu amaçla birbirimizi tanıyıp uluslararası projelerle kültür köprüleri kurulması, desteklenmesi ve çoğalmasıdır. Zaten Viyana şehrinin de sloganı Wien ist Vielfalt Viyana Çeşitliliktir. Birkaç bölümünüz var galiba. Evet kurumumuzun bölümleri var. Müzik, dans, galeri ve tiyatro… Aynı zamanda uluslararası klasik müzik yarışmaları da organize ediyoruz. Bu yıl kurumumuza „academia musica“ adlı bir de müzik okulu ekledik. Viyana'da önce Türkçe tiyatro grubu oluşturduk ve Türkçe müzikal oyunlar sahneledik. Önemli tiyatro sanatçısı, Cumhurbaşkanlığı eski sanat danışmanı Dinçer Sümer Beyi Viyana'ya bir çok kez davet ettik. Kendisinin „Maviydi Bisikletim“ adlı oyununu da Viyana'da sahneleyip izleme şansımız oldu. Tiyatro grubumuzun eğitilmesi sonucu, ilk oyunumuz „Yedi Kocalı Hürmüz“ müzikalini 38 kişilik bir kadro ile seyirci karşısına çıkardık. Daha sonra sırasıyla Deli Dumrul, Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz ve çocuk oyunu Nasrettin Hoca ile Till Eulenspiegel oyunlarının yapımcılığını ve PR tanıtımını üstlendim. Dernek bir tür organizasyon şirketi gibi mi çalışıyor? Evet, burada dernekler polisine kayıtlı, kâr gütmeyen ama ihtiyaçlarını karşılamak kaydı ile organizasyonlar düzenleyen bir şirket gibi çalışıyor diyebiliriz. 25 yılda elde ettiğiniz sonuçlardan memnun musunuz? 25 yılda böyle kısıtlı imkanlarla elde ettiğim sonuçtan memnunum diyebilirim. Ama bu yeterli midir diye sorulursa, kesinlikle hayır, yeterli değil bence. Bu 25 yılda kurum olarak yaptıklarımızı bu söyleşiye sığdıramayacağımı belirtmek isterim. Bunları bir katalog haline getirmeyi planlıyoruz. Bu konuda hazırlıklara başladık. Bugüne kadar organizasyon anlamında düzenlediğiniz etkinliklerin başlıcaları neler? 1997’den itibaren Esperantella adı altında kültür sanat festivalleri yaptım, Macaristan, Polonya, Slovakya, Avustralya, Fransa, İtalya, Çek Cumhuriyeti, Ukrayna, Yunanistan, Bulgaristan, Kıbrıs, Hırvatistan, Filipinler, Meksika, Moldova ve Türkiye'den Avusturya’ya ekipler davet ettim. Festivale her yıl çeşitli ülkelerin sanatçılarını davet ediyorum. Viyana’nın çeşitli mekânlarında yapılan etkinliklerle amacım, Avusturya’da yaşayan insanların kültürlerini sergileyebilmesine imkan vermek, festivaller sayesinde o kültüre ait insanların, kendilerine olan özgüvenlerini güçlendirmek ve unutulmasını engellemek. Doğrudan Türkiye'yi konu alan etkinliğiniz var mı? “Türkiye’nin Festivali” Festival der Türkei /kultTürkei ismiyle de her yıl elimizdeki bütçe ile Türkiye festivali düzenliyorum. Bu festival kapsamında bir de Caz Festivali bulunuyor. Türk sanatçıların caz söylediği bu festival için Avrupa'dan caz gruplarını getirmeye çalışıyorum. Bu projenin ortaya çıkışının da bir hayli ilginç olduğunu belirtmeliyim. Türkiye’den Cengiz Baysal, Quartet Muartet ve Sabri Tuluğ Tırpan isimli sanatçı ve grupları davet etmiştim, bu sanatçılar için caz mekânı arıyordum. Görüştüğümüz mekânlardan birinin sanat yönetmeni konseptimi beğendi, ’Nerden geliyorlar, nasıl bir müzik yapacaklar?’’ diye sordu. Türkiye’den geleceklerini söyledim. Mekânın sanat yönetmeni şaşkın bir ifadeyle, Aa, Türkler caz mı çalıyor?’ dedi. Şaşırdım tabii. Bunu söyleyenin bir sanat yönetmeni olması beni daha da şaşırttı. Bunun üzerine, demek ki bazı eksiklerimiz var diye düşünerek her yıl Türk Caz Festivali yapmaya karar verdim. İlkini Avusturya Radyo Televizyon ORF-RadioKulturhaus Konser Salonunda organize ettim. Çok sayıda ülkeden sanatçı ve topluluk davet etmek masraflı bir çalışma değil mi? Elinizdeki bütçe nereden sağlanıyor? Evet masraflı bir çalışma, bütçe buradaki sponsorlardan, Avusturya' daki kültür sanattan sorumlu mercilerinden sağlanıyor. Türkiye Büyükelçiliği ile Türkiye Başkonsolosluğunun ilgi ve desteklerini de ekleyebiliriz. Peki, bu Türk caz festivali ilk hangi yıl düzenlendi? Hâla devam ediyor mu? Evet, devam ediyor. İlk 2007'de yaptık, daha sonra bazı tarih kaydırmaları ile her yıl oldu. Eskisi kadar destek alamasak ta ben şahsen buradaki bazı Türkiye karşıtı düşünceler ve İslamfobiyi bir şekilde azaltmak için bunun gayretindeyim. Eskişehir Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuvarı ile nasıl bir işbirliği içindesiniz? 1998 yılında Yunus Emre Dörtlüsü'nü Viyana'ya konsere davet etmiştim. Yolladıkları program çok dikkatimi çekmişti. Ulvi Cemal Erkin ile Şostakoviç'in eserleri seslendirilmişti. Piyanoda da Anadolu Üniversitesi'nden Prof. Zöhrab Adıgüzelzade solist olarak katılmıştı. Bu konser ile Eskişehir Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuvarını tanımış oldum. Daha sonraki yıllarda aynı grubun 3 kez Viyana ve bir kez de Bratislava'da konserlerini organize ettim. Akademik Oda Orkestrasını Viyana'ya ve Senfoni Orkestrasını da Bratislava'ya davet etmiş oldum. Son olarak Viyana'nın meşhur yeni yıl konserlerine sizin de bir yenisini eklediğinizi duyduk. Bu konserle ilgili bilgi verebilir misiniz? Viyana Şehir Orkestrasının Wiener Stadtorchester Yeni Yıl Konserini bu yıl şef Martin Kerschbaum ile şef Murat Sümer yönetti. Viyana’nın önemli konser salonlarından biri MUTH Konser Salonunda verilen konserin solistleri; Viyana Yeni Yıl Konseri Uluslararası Müzik Yarışması’nın tüm kategorilerinin birincileri olan; Kanahi Yamashita Gitar, Lynn Nam Keman, Zsuzsanna Csilla Ádám Soprano, Yoojung Yoon Piyano idi. Konsere ilgi büyük oldu. Yeni Yıl Konserinin sunuculuğunu üstlenen tiyatro sanatcısı Julia Margarita Hödl, 1995 yılında kurulmuş olan Viyana Kültür-Sanat Kurumunun Culture Meeting Point 2020 yılında 25. Kültür-Sanat yılını kutladığını ve kurum tarafından bu konserin organize edildiğini müzikseverlerle paylaştı. Kurumun müzik bölüm başkanı piyanist, müzikolog-yazar sayın Doç. Dr. Farah Tahirova, Yeni Yıl Konseri Uluslararası Müzik Yarışması’nda dereceye girmiş olan solistlere sertifikalarını takdim ederek kendilerine sahne hayatlarında başarılar diledi. Sahneye olan hakimiyeti, espirili, sempatik görüntüsü ve teatral tavrıyla şef Murat Sümer’in yönettiği konserin son eseri Johann Strauss'un Radetzky Marşı dakikalarca alkışlandı. Yoğun istek üzerine şef Martin Kerschbaum ile birlikte tekrar Radetzky seslendirilerek seyircilerin alkış temposu eşliğinde konserin kapanışını her iki şef birlikte gerçekleştirdiler. Türkiye'den hangi kuruluşlarla nasıl bir işbirliği yapıyorsunuz? Dışişleri Bakanlığı ve Kültür Bakanlığı ile işbirliğimiz oldu. Bu işbirliğimizi Budapeşte Viyana ve Bratislava şehirlerinde gerçekleştirmiş olduk. Ayrıca 2010 yılında Avrupa Birliği üyesi olmayan Türkiye'den İstanbul'un Almanya'nın Essen kenti ve Macaristan'ın Pecs kenti ile birlikte Avrupa Kültür Başkentleri arasına girmesi nedeniyle, Viyana'da Istanbul 2010 adı altında etkinliklerin düzenlenmesinde Culture Meeting Point olarak Türkiye ile işbirliğimiz oldu. Büyükelçiliğimiz hangi konularda size yardımcı oluyor? Genelde daha çok mekân, koordinasyon ve davetliler konusunda destekleri oluyor ama daha çok olmasını arzu ediyoruz. Viyana ve Avrupa’nın diğer şehirlerinde Türkiye’nin deniz-kum-güneş üçlemesinin dışında daha büyük ve kapsamlı değerlerimizin olduğunun bilinmesini, bu potansiyeli de bir başka pencereden buradaki sanatseverlerle paylaşmak istiyoruz. Bu haber 10279 defa okunmuştur. evliya çelebiZiyaretçi 4 Kasım 2009 Mesaj 1 Evliya Çelebi'ye ait gezi yazısı örnekleri var mı? EN İYİ CEVABI _KleopatrA_ verdi Seyahatnameden SeçmelerViyana’da Bîr Hastanın Ameliyatı Viyana’da bir hastanın şakağına mermi girmişti. Doktor ve yardımcısı bu mermiyi çıkarmak için ameliyata başladılar. Ben de izin istedim ve sessizce onları izledim. Doktor öncelik­le hastanın alnının ortasından başlamak üzere baştaki deriyi iki tarafa doğru soydu. Ardından başının yan tarafından bir delik açtı. Sonra bir demir parçasıyla kafatasını kaktırarak a-yırdı. Kafatasının tam ortası keserin dişleri gibi birbirine geç­miş olduğu için tam ortadan ikiye bölündü. Ben hastaya da­ha yakından bakmak için yaklaştım, bu arada mendille ağzı­mı kapattım. Doktor bana niçin ağzını bu şekilde kapattın de­yince “Belki hapşırırım ve hastaya zarar verebilirim.” deyin­ce doktor “Sen doktor olmalıymışsın.” dedi. Ardından dok­tor kurşunu çıkardı, kurşunun yerini de bir süngerle temizle­di. Sonra da kemikleri eskisi gibi birleştirdi. Deriyi de kapattı. Ardından yüzlerce iri at karıncası getirdiler. Doktor karıncaları tek tek derinin bitiştiği yerlere yaklaştırıyordu. Karınca bu bi­tişen deriyi ısırır ısırmaz, doktor karıncayı belinden kesiyordu. Böylece deriyi baştan başa kapattılar. Birkaç hafta sonra adam iyileşti, karınca parçaları da kendiliğinden Soğuğu Halkın ağzında şöyle bir fıkra vardır Bir dervişe “Nere­den geliyorsun?” demişler. O da “Kar rahmetinden geliyo­rum.” demiş. Bunun üzerine “O ne diyardır?” demişler. Der­viş “Soğuktan insana zulüm olan Erzurum’dur.” demiş. “Ora­da yaz olduğuna rast geldin mi?” demişler. Derviş “Vallahi 11 ay, 29 gün sakin oldum. Halk hep yaz gelecek dedi. Ben göremedim.” demiş. Bir diğer fıkra da şudur Kedinin biri kara kışta bir dam­dan diğer dama sıçrarken havada donup kalmış. Sekiz ay sonra don çözülünce miyavlayarak yere düşmüş. Gerçekten de bir adamın eli yaş iken bir demir parçasına yapışsa derhâl donar. Elini demirden koparmak ihtimali ol­maz. Ancak bir miktar derisi yüzülerek demirden Hastaneleri’nden Fatih Hastanesi 70 oda, 80 kubbe ve 200 memuru vardır. İpek altın işle­meli, bürümcük gecelikleri vardır. Birisi hasta olsa hastaneye götürüp ona bakarlar ve ilaç verirler. Günde iki defa türlü türlü güzel yemekler verilir. Vakıf kuralları öylesine sağlamdır ki şöyle denilmiştir “Eğer mutfakta keklik, turaç ve sülün kuş­larının eti bulunmazsa bülbül, serçe ve güvercin pişirilip has­talara bol bol verilsin.” diye yazılıdır. Hastanelerde, akıl has­talarının hastalıklarının geçmesi için müzikçiler ve okuyucular tayin edilmiştir. İstanbul'daki Marifet Sahibi Üstadlar Hezarfen Ahmed Çelebi Önce Ok Meydanı’nın minberi üzerinde, rüzgârın sert ol­duğu sırada kartal kanatlarıyla sekiz dokuz kere havada uça­rak talim etmiştir. Sonra Murad Han, Sarayburnu’ndaki Sinan Paşa Köşkü’nde boğazı seyrederken Galata Kulesi’nin ta tepe­sinden lodos rüzgârıyla uçarak Üsküdar’a kadar uçabilmiştir. Lagarı Hasan Çelebi ve Bir Nükte Murad Han’ın kızı dünyaya geldiği gece kurban keserek bayram ettiler. Bu Lagarı, elli okka barut macunundan yedi kollu bir fişek yaptı. Sarayburnu’nda hünkârın huzurunda fi­şeğe bindi. Çırakları fişeği ateşlediler. Lagarı Padişahım Allah’a ısmarladık! İsa Peygamberle konuşmaya gidiyorum, diyerek göğe yükseldi. Yanında olan fişekleri ateşleyip deniz yüzünü aydınlattı. En yukarı çıkıp da barutu bitince kartal kanatlarını açıp denize indi. Oradan yüzerek padişahın huzuruna geldi ve “Padişahım İsa Pey­gamber size selam söyledi.” diye şakaya başladı. İstanbul Beyanındadır Bu şehri Hazret-i Süleyman’ın kurduğu söylenir. Ayrıca Türklerin bu şehri almaları yüce Kur’an’daki “Kutlu Belde” tamlamasıyla anlatılır. Sözün kısası Türk gümbürtüsü, Türk görkemi, Türk vel­velesi, Türk debdebesi ve Türk’ün zaferi olan bu beldenin yeryüzünde bir benzeri yoktur. Yunan ve öteki tarihçelerin İstanbul’un kuruluşunda söz birliği ettikleri hikâye şöyledir. Hazret-i Peygamber’in doğumundan 1600 yıl önce Haz­ret-i Süleyman, insanlara, cirilere, kuşlara, vahşi hayvanlara ve rüzgâra hükmederken, bir padişah ona isyan etti. Hazret-i Süleyman bu padişahın ülkesine varıp, onu tutsak etti. Ancak bu padişahın periler kadar güzel bir kızı vardı. Dul olan Süleyman Nebi padişahın kızıyla evlenince onu Rum il­lerine getirdi. Kız, şeytanın aldatmasıyla durmadan ağlamak­ta idi. Süleyman Peygamber eşinin ağlamasının ve kederinin nedenini sorunca “Ya Emİnallah! Dilerim ki benim için bura­da büyük bir saray yaptırırsın, ben de geri kalan ömrümü orada daima ibadetle geçiririm.” diyerek ricada bulundu. Hazret-i Süleyman uzun araştırmalardan sonra İstanbul top­rağına geldi. Şimdi Hünkâr Bahçesi denilen Sarayburnu’na gelip orada otağını kurdu, bir gecede su ve havasının güzel­liğine vuruldu. Orada da büyük bir saray ve rengarenk bah­çeler içinde köşkler yaptırdı. Daha sonra da İstanbul için şöyle bir duada bulundu “Bu şehir cihan yıkılıncaya değin bakımlı ve onarımh kalsın.”DEVAMI Evliya Çelebi Son düzenleyen Safi; 18 Ağustos 2016 1725 _KleopatrA_Ziyaretçi 4 Kasım 2009 Mesaj 2 Bu mesaj 'en iyi cevap' seçilmiştir. Seyahatnameden SeçmelerViyana’da Bîr Hastanın Ameliyatı Viyana’da bir hastanın şakağına mermi girmişti. Doktor ve yardımcısı bu mermiyi çıkarmak için ameliyata başladılar. Ben de izin istedim ve sessizce onları izledim. Doktor öncelik­le hastanın alnının ortasından başlamak üzere baştaki deriyi iki tarafa doğru soydu. Ardından başının yan tarafından bir delik açtı. Sonra bir demir parçasıyla kafatasını kaktırarak a-yırdı. Kafatasının tam ortası keserin dişleri gibi birbirine geç­miş olduğu için tam ortadan ikiye bölündü. Ben hastaya da­ha yakından bakmak için yaklaştım, bu arada mendille ağzı­mı kapattım. Doktor bana niçin ağzını bu şekilde kapattın de­yince “Belki hapşırırım ve hastaya zarar verebilirim.” deyin­ce doktor “Sen doktor olmalıymışsın.” dedi. Ardından dok­tor kurşunu çıkardı, kurşunun yerini de bir süngerle temizle­di. Sonra da kemikleri eskisi gibi birleştirdi. Deriyi de kapattı. Ardından yüzlerce iri at karıncası getirdiler. Doktor karıncaları tek tek derinin bitiştiği yerlere yaklaştırıyordu. Karınca bu bi­tişen deriyi ısırır ısırmaz, doktor karıncayı belinden kesiyordu. Böylece deriyi baştan başa kapattılar. Birkaç hafta sonra adam iyileşti, karınca parçaları da kendiliğinden Soğuğu Halkın ağzında şöyle bir fıkra vardır Bir dervişe “Nere­den geliyorsun?” demişler. O da “Kar rahmetinden geliyo­rum.” demiş. Bunun üzerine “O ne diyardır?” demişler. Der­viş “Soğuktan insana zulüm olan Erzurum’dur.” demiş. “Ora­da yaz olduğuna rast geldin mi?” demişler. Derviş “Vallahi 11 ay, 29 gün sakin oldum. Halk hep yaz gelecek dedi. Ben göremedim.” demiş. Bir diğer fıkra da şudur Kedinin biri kara kışta bir dam­dan diğer dama sıçrarken havada donup kalmış. Sekiz ay sonra don çözülünce miyavlayarak yere düşmüş. Gerçekten de bir adamın eli yaş iken bir demir parçasına yapışsa derhâl donar. Elini demirden koparmak ihtimali ol­maz. Ancak bir miktar derisi yüzülerek demirden Hastaneleri’nden Fatih Hastanesi 70 oda, 80 kubbe ve 200 memuru vardır. İpek altın işle­meli, bürümcük gecelikleri vardır. Birisi hasta olsa hastaneye götürüp ona bakarlar ve ilaç verirler. Günde iki defa türlü türlü güzel yemekler verilir. Vakıf kuralları öylesine sağlamdır ki şöyle denilmiştir “Eğer mutfakta keklik, turaç ve sülün kuş­larının eti bulunmazsa bülbül, serçe ve güvercin pişirilip has­talara bol bol verilsin.” diye yazılıdır. Hastanelerde, akıl has­talarının hastalıklarının geçmesi için müzikçiler ve okuyucular tayin edilmiştir. İstanbul'daki Marifet Sahibi Üstadlar Hezarfen Ahmed Çelebi Önce Ok Meydanı’nın minberi üzerinde, rüzgârın sert ol­duğu sırada kartal kanatlarıyla sekiz dokuz kere havada uça­rak talim etmiştir. Sonra Murad Han, Sarayburnu’ndaki Sinan Paşa Köşkü’nde boğazı seyrederken Galata Kulesi’nin ta tepe­sinden lodos rüzgârıyla uçarak Üsküdar’a kadar uçabilmiştir. Lagarı Hasan Çelebi ve Bir Nükte Murad Han’ın kızı dünyaya geldiği gece kurban keserek bayram ettiler. Bu Lagarı, elli okka barut macunundan yedi kollu bir fişek yaptı. Sarayburnu’nda hünkârın huzurunda fi­şeğe bindi. Çırakları fişeği ateşlediler. Lagarı Padişahım Allah’a ısmarladık! İsa Peygamberle konuşmaya gidiyorum, diyerek göğe yükseldi. Yanında olan fişekleri ateşleyip deniz yüzünü aydınlattı. En yukarı çıkıp da barutu bitince kartal kanatlarını açıp denize indi. Oradan yüzerek padişahın huzuruna geldi ve “Padişahım İsa Pey­gamber size selam söyledi.” diye şakaya başladı. İstanbul Beyanındadır Bu şehri Hazret-i Süleyman’ın kurduğu söylenir. Ayrıca Türklerin bu şehri almaları yüce Kur’an’daki “Kutlu Belde” tamlamasıyla anlatılır. Sözün kısası Türk gümbürtüsü, Türk görkemi, Türk vel­velesi, Türk debdebesi ve Türk’ün zaferi olan bu beldenin yeryüzünde bir benzeri yoktur. Yunan ve öteki tarihçelerin İstanbul’un kuruluşunda söz birliği ettikleri hikâye şöyledir. Hazret-i Peygamber’in doğumundan 1600 yıl önce Haz­ret-i Süleyman, insanlara, cirilere, kuşlara, vahşi hayvanlara ve rüzgâra hükmederken, bir padişah ona isyan etti. Hazret-i Süleyman bu padişahın ülkesine varıp, onu tutsak etti. Ancak bu padişahın periler kadar güzel bir kızı vardı. Dul olan Süleyman Nebi padişahın kızıyla evlenince onu Rum il­lerine getirdi. Kız, şeytanın aldatmasıyla durmadan ağlamak­ta idi. Süleyman Peygamber eşinin ağlamasının ve kederinin nedenini sorunca “Ya Emİnallah! Dilerim ki benim için bura­da büyük bir saray yaptırırsın, ben de geri kalan ömrümü orada daima ibadetle geçiririm.” diyerek ricada bulundu. Hazret-i Süleyman uzun araştırmalardan sonra İstanbul top­rağına geldi. Şimdi Hünkâr Bahçesi denilen Sarayburnu’na gelip orada otağını kurdu, bir gecede su ve havasının güzel­liğine vuruldu. Orada da büyük bir saray ve rengarenk bah­çeler içinde köşkler yaptırdı. Daha sonra da İstanbul için şöyle bir duada bulundu “Bu şehir cihan yıkılıncaya değin bakımlı ve onarımh kalsın.”DEVAMI Evliya Çelebi Son düzenleyen Safi; 18 Ağustos 2016 1724 MisafirZiyaretçi 5 Mart 2011 Mesaj 3 Evliya Çelebi Darüşşifayı Anlatıyor 1682 yılında Edirne’yi ziyaret eden Evliya Çelebi, külliyeden; “Orada bir Darüşşifa vardır ki dil ile tarif edilmez, kalemler ile yazılmaz “ diye bahseder. Ünlü seyyah, ayrıca külliye için şu ilginç tanımlamaları kullanmıştır “Adı geçen bağın ortasında, göğe baş uzatmış bir yüksek kubbedir ki güya aydınlık hamam camekanı gibi tepesi açıktır. Bu açık yerde altı adet ince mermer sütunlar üzerinde Kiyanıyan tacı gibi bir kubbecik vardır. San’atkar iş üstadı, bu küçük kubbenin ta tepesine halis altın ile yaldızlanmış bir çeşit demir mil üzerine bir bayrak yapmış, ne taraftan rüzgar eserse, o bayrak o tarafa döner. Garip görünüşlüdür. Ama aşağı büyük kubbe sekiz köşelidir. Bu kemerli kubbe içinde dahi sekiz kemer vardır. Her kemerin altında bir kış odası vardır. Bu odaların her birinde ikişer pencere vardır. Bir penceresi odanın dışında olan gülistanlı ağaçlığa bakar, diğeri de bu büyük kubbenin ortasındaki büyük havuz ve şadırvana bakar. Bu sekiz adet kış odalarının önünde , yine büyük kubbe içinde sekiz adet yazlık odalar vardır. Üç tarafı kafesli mermerler ile yapılmış bu büyük kubbe altındaki büyük havuzun çevresindeki sel sebillerden berrak su çağlayıp havuza girince , fıskiyelerden berrak su, kemerli kubbenin göbeğinde nihayet bulur. Böyle dikkat ve özenle yapılmış şifa yurdunun anlatılan odalarında çeşitli hastalıklara tutulmuş zengin ve fakir, ihtiyar ve genç doludur. Bazı odalarda ilkbaharda delilik mevsiminde Edirne’nin aşk denizi derinliğine düşmüş sevdalı aşıklar çoğalıp, hekimin emriyle bu tımarhaneye getirilerek altun ve gümüş yaldızlı zincirlerle kerevetlerine takılıp, her biri aslan yatağında yatar gibi kükreyip yatarlar... Kimisi havuz ve şadırvanlara bakıp kalender hülyası kabilinden sözler eder, nicesi dahi o kemerli kubbenin etrafında olan gülistan ve bağ ve bostan içindeki binlerce kuşların cıvıltılarını dinleyip, delilerin perdesiz ve ölçüsüz sesleriyle feryada başlarlar. Bahar mevsiminde çiçek kısmından sim ve zerrin, deveboynu, müşkü rumi, yasemin, gülnesrin, şebboy, karanfil, reyhan, lale, sümbül gibi çiçekler hastalara verilip güzel kokuları ile hastalar iyileştirilirler. Fakat delilere bu çiçekleri verince kimini yerler, kimini ayakları altında çiğnerler. Bazıları dahi meyveli ağaçları seyredip, ah daha hel hope pe pohe pelo deyip, çimenlik temaşası ederler...” Darüşşifa Konuşma dili , anlatım biçimi ile Türk kültürünü devam ettiren 'EVLİYA ÇELEBİ' Darüşşifa'dan bahsederken şu cümleleri kullanıyor Son düzenleyen Safi; 18 Ağustos 2016 1723

viyana da deniz var mı